21 Ekim 2024 Pazartesi

Them

 


Them, ABD 2021.

1950’li yıllarda siyahi bir aile, kırsal yerde yaşarken talihsiz bir şekilde bebeğinin kaybı üzerine Los Angeles’ta beyazların çoğunlukta yaşadığı bir mahalleye taşınmak zorunda kalır. 

O dönemlerde siyahilere yapılan toplumsal baskılar ve ayrımcılıklara değinilen dizide; ailenin yeni bir hayata uyum sağlamaya çalışması ile birlikte taşındıkları mahalledeki beyaz insanların meraklı bakışlarına ve ayrıştırıcı davranışlarına hemen ilk günden maruz kalmaya başlarlar.

Bu zorlu süreç bir diğer günü takip eder ve katlanarak devam eder. Taşındıkları bu yeni evde geçmişte peşlerini bırakmayan doğaüstü güçlerin baskısı ve tehditi de vardır. Aile üyeleri hem komşularına hem de görünmeyen varlıklara karşı hayatta kalma mücadelesi vermeye başlar.

Dram, korku türdeki dizi, 2 sezondan oluşmaktadır. Oldukça akıcı ve sürükleyici bir konusu var. İkinci sezonu ise bu yıl yayınlanmış.


19 Ekim 2024 Cumartesi

Sonbaharda Hamlet Tiyatrosu

 


Takvim yaprakları 19 Ekim 2024 Cumartesi gününü gösteriyor. Sonbahar kendini göstermeye başladı. Hava güneşli olsa da günler öncesinden kışlıklar dolapta yerini çoktan aldı. Yaşadığım şehirde bu yılın tiyatro sezonu sonbaharın gelişiyle başlamış oldu. Geçtiğimiz haftalarda sezonun ilk tiyatro açılışının biletleri satışa sunuldu. 

Hamlet, sezonda yer verilen oyunlardan yalnızca biri. Geçen sezonda birden fazla kez bu oyuna bilet alıp gidememiş olmanın burukluğunu içimde taşıyordum. Bu sezon yakın bir arkadaşım benim için de oyuna bilet alınca bugün kendimizi sonunda Hamlet oyununda buluverdik.



Güne erken başladım. Sonrasında hafta sonuna yakışacak şekilde uzun bir kahvaltı yaptım. Shakespeare’in Hamlet’ini okumuş ve çok beğenmiş olmanın verdiği o heyecanla birlikte oyunun nasıl olacağı konusunda büyük bir merak içerisindeydim. Hava güneşli. Gökyüzü ise masmavi. Bulutlar belirgin bir şekilde en tepede yerini almış vaziyetteler. Rüzgar biraz soğuk esiyor. Tiyatroyu izleyeceğimiz mekana varmadan önce arkadaşımla buluşuyoruz. Sonrasında tiyatro salonuna geçip oyunu beklemeye başlıyoruz. Perdeler açılıyor ve oyun başlıyor.


Hamlet, kral babasının ölümünün ardından ülkeye döner. Danimarka’nın çok fazla yozlaştığını; bu yozlaşmanın insanları bozmaya başladığını düşünen Hamlet için babası şüpheli bir ölümle cinayete kurban gitmiştir. Bu cinayeti ortaya çıkarmaya epey kararlı olan Prens, annesi Gertrude’un amcası ile olan ani evliliği üzerine babasının şüpheli ölümü ile ilgili ortaya attığı düşünceleri daha da alevlenir. İntikam duygusu ile yanıp tutuşan Hamlet’in babasının ölümünün ardında gizlenen sırları ortaya çıkartmasını izliyoruz.

Oyundaki müzik ve ışık geçişleri çok uyumlu ve dikkat çekici olsa da aynı şeyi kostümler için ne yazık ki söyleyemeyeceğim. Oyun, çağdaş bir okumaya uyarlanmış hâlde izleyiciye serginlemişti. Belki bu yüzden kostümler biraz sönük kalmış olabilir. Karakterler arasında diyaloglar kadar çokça monologlara da yer verilmişti. Işıkların çok loş olması ve arka koltuklarda oturmamızdan dolayı monologların yer verildiği kısımlar biraz anlaşılmaz bir hâl aldı. 



Tiyatro sonrasında akşam yemeği için bir mekana geçtik. Mekana doğru yürüdüğümüz esnada gün batımı çok güzeldi. Pembenin birçok tonu turuncu ile birbirine karışıp harmanlanmış haldeydi. Mekana vardığımızda burada tiyatro öncesinde yarım kalan sohbetimize devam ederken bir yandan da yemeklerimizi yedik. Sonrasında sıcak bir çay içip tatlı bir şeyler de yiyelim dedik. 

Ve günü bitirdik.




16 Ekim 2024 Çarşamba

Türkü Söylüyor Otlar | Doris Lessing



Türkü Söylüyor Otlar, Doris Lessing.

2007 yılında Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar, günümüzde Zimbabve olarak bilinen  Rodezya isimli Güney Afrika ülkesinde uzun yıllar yaşamıştır. Yazar, Türkü Söylüyor Otlar adlı eserinde Afrika’da yaşanan sömürgeciliğe, ırkçılığa, insanların ikiyüzlülüğüne, toplumsal ayrımcılığa ve sorunlara değiniyor.

Kitabın ilk sayfaları çiftlikte gerçekleşen bir ölümle başlıyor. Sonrasında ölümün sebepleri araştırılıyor derken Mary ile tanışıyoruz. Mary’nin çocukluğuyla devam ediyor roman. Mary, mutlu ve huzurlu aile ortamında büyümemiş bir kız çocuğu. Zimbabve’de yaşayan Mary, kendisi gibi beyazların gittiği okulda eğitimini tamamlar. Bu okulda kendi ırkından olmayan insanlara karşı edindiği önyargılar ile beyaz olmayan insanlarla ilgili olumsuz düşüncelere sahip bir birey olarak yetişir.

Evlenecek yaşa geldiğinde ise evliliğe karşı pek de olumlu düşünceleri olmaz çünkü kendi ailesi mutsuzluğun en önemli temsilcisi olarak örnek teşkil eder. Ancak hiç beklenmedik bir anda çiftçilik yapan Dick Turner adında bir adamın ona gösterdiği ilgi ve sevgi dikkatini çeker ve kendisini onunla evlenmiş olarak bulur. 

Mary gerçekleştirdiği bu evlilikle yeni bir hayatın kapısını aralar. Artık bir çiftlikte kırsal yaşam sürmekle birlikte daha çok duygu ve düşünceleri ile baş başa kalacağı zamanlar onu bekler. Çiftlik hayatının beklenmedik durumları Turner ailesine yoksulluk getirince Mary büyük bir boşluğa ve depresyona girmeye başlar. İçine düştüğü bu yalnızlıktan kurtulmak isteyen Mary, beyaz bir kadının yapmaması gereken bir şey yapar ve kendi ölümüne adım adım yaklaşır.


“Bir uygarlığın zayıflıkları hakkında en iyi yargıyı, başarısızlıklarına ve uyuşmazlıklarına bakarak verebiliriz.” 
-Adı Bilinmeyen Bir Yazar-


“Nemli ve boğucu bir sabah yaşanmaktaydı. Gökyüzü, renksiz bulutlarla örtülüydü. Ortalıkta pis bulaşık suyunu andıran bir renk hakimdi. Donuk toprağın üstündeki kirli su birikintileri, gükyüzünün parlaklığını emmiş gibiydi.” (sayfa 19)


“Eskilerin, "İnsanın ülkeyi tanıması gerek", derken söylemek istedikleri,"yerlilere ilişkin düşüncelerimize alışmanız gerek’tir. Aslında söyledikleri; ‘ya bize uyarsınız ya da çekip gidersiniz’dir.”(sayfa 22)


“Böylesine kötü olmak elbette kolay değildir. Ancak bir süre sonra yaptıklarını 'kötü' olarak da görmemeye başlardı hepsi.” (sayfa 22)


“Gerçeği, karşı konulmaz ve değiştirilemez bir biçimde söyleyivermeyi çok isterdi; ancak gerçek o kadar basit değildi. Hiçbir zaman olamazdı.” (sayfa 27)


“Gerçeğin tek bir yüzü vardır.” (sayfa 32)

“Sanki, bildiği bir oyunun sahnesinde onu, kendine uyan rolünden çıkarmışlar ve birden ona hiç bilmediği bir rolü vermişlerdi. Onu üzen, değişmiş olduğunun bilinci değil, kendine ait olmayan bir rolü oynuyor olmasıydı.” (sayfa 114,115)


“Ulusların krizleri gibi, insanların krizleri de, her şey olup bitene dek, tam anlamıyla anlaşılamaz.” (sayfa 152)


“Gerektiğinden ya da isteyerek, tek başına yaşayan ve komşularının yaşamını kendilerine dert etmeyen insanlar, diğerlerinin kendileri hakkında konuştuğunu duyduklarında, hep rahatsız, mutsuz olurlar. Uyuyan bir adamın gözünü açıp da, yatağının çevresinde onu gözetleyen bir kalabalıkla karşılaşmasını andırır bu.” (sayfa 193)



14 Ekim 2024 Pazartesi

Busan’a Yolculuk

 

Haedong Yonggungsa Tapınağı.


Günlerden Busan. 

Busan’a gerçekleşecek yolculuğumuza günler öncesinde Seoul’de karar vermiştik. Koreli arkadaşım da Busan gezimizde bize eşlik edebileceğini söyledi. Çok mutlu olduk. Busan, görmeyi istediğim şehirlerden birisi idi.

Saat 05:17, sabahın erken saatleri. Gökyüzü zifiri karanlık. Henüz gün doğmadı. 06:32’deki trene yetişmek ve Koreli arkadaşımla tren istasyonunda buluşmak için otelden ayrılıyoruz. Otobüs durağına doğru giderken yol üzerindeki bir markete girip hem kendimize hem de Koreli arkadaşıma birer meyve alıyoruz. Çünkü güne kahvaltısız başlamıştık.

05:55, tren istasyonundayız. Gün yavaş yavaş aymaya başlıyor. Kore’nin başka bir şehrini göreceğim için çok heyecanlıyım. İstasyona vardığımızda hafif bir kalabalık karşılıyor bizi. İstasyon içerisinde bir yerlere yetişmeye çalışanlar, bekleme koltuklarında uyuklayanlar, ayaküstü bir şeyler atıştıranlar derken Koreli arkadaşımı görüyorum ve kocaman bir gülümseme ile günaydınlaşıyoruz. Sonrasında markete giriyor. Bizim için muzlu süt ve yumurta alıyor. (Trende atıştırmak için) Ben de ona onun için almış olduğum meyveyi veriyorum. Koreli arkadaşım ona aldığım doğum günü hediyesini (Türk motiflerinin olduğu ipek bir mendil) çantasına takmış, bana mutlu bir şekilde onu gösteriyor. Seviniyorum.



hızlı treni merakla bekliyorum.



haşlanmış yumurta ve muzlu süt.

Saat 06:32’yi gösterdiğinde tren hareket etmeye başlıyor. Ne trene bindiğimizde ne de sonrasında herhangi bir bilet kontrolü yapılmıyor. İnsanların birbirine duyduğu bu güven duygusu ve dürüstlük beni şaşırtıyor. Bindiğimiz tren yüksek hızlı tren. Gerçekten de hızlı bir trendi. Hem hızlı hem de çok konforlu. Rahat bir yolculuk yapıyoruz. Yaklaşık 4 saatin ardından Busan’a varıyoruz.


Lotte Tower alışveriş merkezi.

Busan’da hava çok güzel. Seoul’e göre serin bir hava karşılıyor bizi. Sonunda rüzgar gerçekten serin esiyor. Saatler 11:18’i gösterdiğinde Lotte Tower alışveriş merkezine varıyoruz. 



Alışveriş merkezinde bir kafede biraz soluklanıp bir şeyler içiyoruz. Trenden artakalan şeyleri de burada yiyip ziyaret edeceğimiz bir diğer lokasyona doğru taksi ile yola koyuluyoruz.

Busan içerisinde gitmek istediğiniz yerler birbirine ne yazık ki pek yakın değil. Bu yüzden en iyi seçenek taksi kullanmak oluyor. Hem daha konforlu oluyor hem de yol daha kısa sürüyor. Ayrıca taksi hizmeti bizdeki gibi değil. Gideceğiniz lokasyonu uygulama üzerinden taksiye önceden bildirip ödemesini yapıp binebiliyorsunuz. Öyle gereksiz yolları dolandırma, fazladan ücret alma gibi durumlar yaşanmıyor. Böyle bir durum ne Seoul’de ne de Busan’da hiç başımıza gelmedi. Yani dürüst bir hizmet anlayışı ile karşılaştık.


Haedong Yonggungsa Tapınağı.

Saat 12:24, Kore’deki en eski Budist Tapınağı’na vardık. Hayatımda ilk kez bir Budist Tapınağı ziyaret ediyorum. Her şey çok farklı ve ilginç geliyor. Tapınağın girişinde Çin takvimi doğum aylarına göre denk gelen 12 hayvan heykelleri karşılıyor bizi.



köpek heykeli: Çin takvimine göre köpek yılında doğduğumu öğreniyorum. 



Tapınağın girişindeki kapıdaki renkler, süslemeler ,yazılar muhteşem ve çok dikkat çekici. İçeriye doğru ilerledikçe bir sürü merdiven karşılıyor ziyaret edenleri. Merdivenlerden inince ise okyanusa bakan harika bir manzara ile karşı karşıya geliyoruz. 


birbirinden farklı Buda heykelleri görüyoruz.


okyanusa karşı asılan dilek yaprakları. Tapınaktan satın alınan bu yapraklara dilekler yazılıp buraya asılıyordu.


aynı şekilde bunlar da dilek fenerleri. 


yan yatan buda heykeli.


Haeundae Plajı.

Saat 14:34, tapınaktan sonra Haeundae Plajı’na taksi ile varıyoruz. Yol üzerindeki oyuncak otomatlarının olduğu bir yere giriyoruz. Birkaç makineden oyuncak kazanmayı denesek de başarısız oluyoruz. :) Burada anı olarak fotoğraf kabinine girip resim çekiniyoruz.



14:49, Pasifik Okyanusu’na kıyısı olan Haeundae Plajı’ndayız. Burası çok serin ve güzel. Resimler çekiyoruz, sohbet edip vakit geçiriyoruz.

Saat 16:36 olduğunda akşam yemeği yemek için sabah uğradığımız alışveriş merkezine taksi ile geçmeye karar veriyoruz. Alışveriş merkezine vardığımızda yemek katına inip yemek seçmeye başlıyoruz.


akşam yemeği için gimbap seçiyoruz. 

Açıkçası ikinci deneyişim olacaktı. İlk deneyişimde -İstanbul’da iken- yosun tadını pek beğenmemiştim. Burada denediğimde çok ilginç bir şekilde yemeğin tadına hayran kalıyorum ve tekrar almaya gidiyorum. :)



Gamcheon Kültür Köyü.

Saat 17:54’ü gösterdiğinde Gamcheon Kültür Köyü’ne geçiyoruz. Etrafta rengarenk evler sıra sıra dizilmişti. Duvarlarda grafitiler ve duvarlara çizilmiş resimler, Küçük Prens Heykeli ve kitaptan sözler, şirin mi şirin dükkanlar, Busan aksanıyla çevrede konuşan yerli insanlar… buradaki ambiyans çok, çok güzeldi. Buraya hava karardığında gün batımı eşliğinde de gelmeyi isterdim sanırım. 

Yaklaşık bir saat kadar bu köyde vakit geçirmeye başlıyoruz.


işte, o rengarenk evler.


küçük prens heykeli.


“bütün yıldızlar çiçek açar.” Küçük Prens/142


hediyelik eşya dükkanlarından biri.





Burada geçirdiğimiz bir saatin ardından taksi ile Busan Tren Garı’na doğru yola çıkıyoruz. 


seramik hayvanlar, Koreli arkadaşımdan hediye. Busanda’ki bir seramik dükkanından. Çin takvimindeki doğum yılını temsil eden hayvanlar. 

Gece yarısına doğru Seoul’e kaldığımız otele varıyoruz. Gün nasıl başladı ve nasıl bitti? İçimde hem bir mutluluk hem bir burukluk hissi. Günlerin çok çabuk geçtiği aklıma geliyor. O sırada Busan gezisinden geriye kalan anıları birer birer diziyorum. 16.585 adımla günü bitiriyoruz.  

5 Ekim 2024 Cumartesi

Son 48 Saat…

 


Aslında son 48 saatin çok daha öncesi var…

Kelimelerime nasıl başlayacağımı, cümlelerimi nasıl sıraya koyacağımı bilmiyorum. Duygularım karmakarışık. Son zamanlarda yaşananlar, olup biten onca şey insanın içinde büyük bir acı haline geldi. Düşüncelerim yorgun… düşüncelerim endişeli ve korkulu. Bir rüya olduğunu düşünmek istiyorum, kötü bir rüya. Ama ne yazık ki değil. Oldukça gerçek duyduklarım, gördüklerim, yaşadıklarım. İçinde bulunduğum yüzyılda insanlık dışı şeylerin rahatlıkla ve kolaylıkla yapıldığı bir zaman dilimi olmasından dolayı üzüntü duyuyorum. 

Yaşadığımız bu dünyayı kırmızı rengine boyamaya başlayan insanoğlu ne zaman duracak? Ne zaman bitecek bunca olup biten tüm kötü her şey? Neden sesimiz duyulmuyor? Ya da bizleri görünmez kılan ne? Aklımda bir sürü soru silsilesinden sadece birkaçı buraya düküldü… tıpkı cevapsız kalan diğer sorular gibi bunların da  yanıtı yok. Karanlık sularda yolunu kaybetmiş sorular. 

Birden yolunu kaybedenin sorular değil de insanlık oluşu geliyor aklıma. Evet, insanlık yolunu kaybediyor hem de hiç olmadığı kadar. Toplumun ahlak ve değerler sistemi ile birlikte tüm diğer her şey dünyanın her yerinde çökmüş vaziyette. Korkmuyor musun? Elbette korkuyorsun. Endişe duymuyor musun? Elbette duyuyorsun. Üzülmüyor musun? Elbette üzülüyorsun. Ama unutma, eğer insanlığını kaybetmemişsen bu sorulara şu anda bu yanıtı vermiş oluyorsun. 

Yozlaştık. Her anlamda bütün olarak. Baştan ayağa kadar yozlaştık. En derinden en içten şekilde. Yapaylaştık. Duygular düşüncelerin yapaylaşmasını takip etti. Peşi sıra oldu her şey. Birdenbire aniden oluverdi. Belki farkındaydık ya da farkına varmadık. Ya da böyle olmasına yavaş yavaş izin verdik. Kolay yolu böyleydi?  Geçmişten günümüze olup bitenler aynıydı belki de. Tek farklı olan yaşadığımız an mıydı?  

Önce toplum olarak sonra dünya insanlığı olarak nereye doğru yol alıyoruz bilmiyorum, emin değilim bundan. Sanki gittikçe daha da karanlıklaşıyor her şey.


 

BİRPEMBESEVER