11 Kasım 2024 Pazartesi

Prens

 


Prens, Türkiye 2023.

Dizi, Orta Çağ döneminde Bongomia adındaki bir ülkenin krallığında geçen olayların absürt komedi şeklinde işlenmesiyle izleyicinin karşısına çıkıyor. 

Prens; ailesi tarafından isim dahi verilmeyen, kimse tarafından pek umursanmayan ve sevilmeyen biridir. Onun olduğu her ortamda her zaman bir olay muhakkak yaşanmaktadır. Elbette bu olaylar eğlenceli, bol entrikalı şekilde işlenmektedir.

Yaşanan absürt olaylar, kimi bölümlerde Bongomia sınırlarını da aşarak başka ülkelere ve Krallıklar’a sıçrıyor. Yeni karakterler bölümlere eşlik ederken Prens, başına açtığı yeni olayları komik bir şekilde atlatmaya çalışırken ortaya her seferinde  seyirciyi güldüren bölümler çıkıyor.

Başrollerinde Giray Altınok ve Kerem Özdoğan yer alırken dizinin senaristliğini de birlikte üstleniyorlar.

İlk iki sezonu yayınlanan dizinin üçüncü sezonunu merakla bekliyoruz.

10 Kasım 2024 Pazar

Ağrı Dağı Efsanesi’nden Tokyo’ya

 


Cumartesi günü. 

Kasım ayına göre güneşli ve ısıtan bir hava var dışarıda. Gökyüzünde ışıl ışıl parlayan güneş sanki göz kırpıyor; yine gökyüzünün kıskandıran maviliği ve bulutların pamuk gibi görüntüsü insanı ilkbaharda gibi hissettiriyor.

Bu ay için tiyatro biletimizi geçtiğimiz aydan çoktan almış ve hazır bir hâlde bu günün gelmesini merakla bekliyorduk yakın bir arkadaşımla. Onun önerisi ile bu tiyatroya gitmeye karar vermiştik. Her ikimizin de daha önce izlemediği ve kitabını okumadığı bir oyun ile karşı karşıya kalacak olmanın heyecanı ve merakı içerisindeydik. 




Ağrı Dağı Efsanesi. 

Yaşar Kemal’in eserinden uyarlanan bir oyun. İlk oyun, bu yılın ekim ayında sahnelenmeye başlanmış. Her baharda Küp Gölü’nün etrafında toplanan çobanlar, kavallarını çalmasıyla tutturduğu melodilerle Ağrı Dağı’nın öfkesini seslendirirler. Yine bir bahar gününde bu geleneği yerine getiren çobanlar bir yandan kavallarını çalarken Ahmet adında dağda yaşayan bir gencin kapısına bembeyaz bir at geliverir. Dağda yaşayanların geleneğine göre de eğer bir at bir kapıda gelip durursa, gönderildiği hâlde geri gitmezse o at artık geri verilmez.

O bölgenin yönetiminden sorumlu olan Mahmut Han, yakın zamanda bir atını kaymetmiş ve kaybolan atını aramaktadır. Dağlılardan olan Ahmet’in yeni bir ata sahip olduğu tüm bölgede hatta bölge dışındaki diyarlarda bile duyulmaya başlar. Böylelikle Mahmut Han ve Ahmet’in yolları kesişir. Mahmut Han’ın güzeller güzeli güleryüzlü kızı Gülbahar ise gönlünü Ahmet’e kaptırınca Ağrı Dağı Efsanesi ortaya çıkıverir.


Oyun iki perdeden ve 165 dakikadan oluşuyor. Aynı zamanda canlı orkestra ve oyuncuların müzikal performansları, ışık, ses, dekorasyon ve kostüm geçişleri şimdiye kadar izlediğim oyunlar arasında en zirvede yerini almış durumda. Daha ötesi olur mu, şu anlık bilmiyorum. Konu çok başarılı bir şekilde uyarlanmış ve mükemmel bir şekilde oynanmış. Adeta tadı damağınızda kalan lezzetli bir yemek gibi oyun da izleyicinin hafızasında yer edinmeyi başarıyor.




Tiyatrodan sonra kız kardeşim de yemek yiyeceğimiz lokosyanda bize eşlik etti. Hep birlikte Japon yemekleri deneyeceğimiz yakın zamanda açılmış bir Japon restoranına doğru yola koyulduk. Dışarıda o öğlenki hava yoktu. Buz gibi soğuk mu soğuk bir hava karşıladı bizleri. Mekana varınca hoş bir selamlamayla karşılaştık. İçerisi epey kalabalıktı. Sushi dışında ilk kez Japon yemekleri deneyecektik. Tabii ki çok heyecanlıydık.


tavuklu soya ramen: özel sosu, tavuk suyu, tavuk, soğan, yeşil soğan yumurta, yosun.

futo maki (Japon Gimbap): yosun içerisinde yumurta, salatalık, takuwan (bir çeşit turp), havuç rulo yapılır kesilir ve servis edilir.

sui gyoza: buharda pişirilen Japon mantısı. İçerisinde tavuk, sebze var.


zouri: kimono (Japon geleneksel kıyafeti) altına giyilen terlikler.


Gimbap dışında gelen yemekleri pek sevemedim. Ramen hazır ramenmiş gibi bir hissiyat verdi. Sui Gyoza da beklentimin altında kaldı ne yazık ki. Belki ilk denememden dolayı böyle de hissetmiş olabilirim. Bunun dışında hem restoran sahibi hem çalışanları ilgili ve çok nazikti. 


Buradan çıkınca tatlı yiyebileceğimiz bir mekana geçelim dedik. Oraya vardığımızda gözleri yemyeşil tüyleri gri bir kedi karşıladı bizi. 


yeşil gözleri olan o kedi.


Geçtiğimiz günlerde doğum günümdü. Çok şükür sevdiklerimle birlikte hoş anılar biriktirebileceğim huzurlu bir doğum günü oldu benim için. Bugün de sevgili arkadaşım burada küçük bir sürpriz yaptı bana, çok mutlu oldum. Bir de en sevdiğim şeylerden oluşan bir hediye kutusu hazırlamış, çok duygulandım elbette.


frambuazlı ve çikolatalı pasta.



doğum günü hediyeleri. 


Akşamın ilerleyen saatlerine doğru tatlılarımızı yerken bir yandan da çaylarımızı yudumladık. Sonra yeşil gözlü tüyleri gri olan o kedi sohbetimize dahil olmak istemiş olacak ki kalabalık insanların arasından bizim masayı seçti ve yanımıza oturuverdi. 

İyi geceler sevgili okur.



3 Kasım 2024 Pazar

Badem | Won Pyung Sohn

 


Badem, Won Pyung Sohn.

Kitap kahramanımız Yun Jae, küçük yaşta babasını kaybetmiş; on yedinci yaş gününde babaannesi ve annesi ile doğum gününü kutlarken de trajik bir şekilde hayattaki tek yakınlarını da kaybeder. 

Yun Jae, küçüklüğünden beri aleksitimi hastalığına sahiptir. Aleksitimi: başkalarının duygularını anlamakta zorlanan, duygularını belli edemeyen ve yine duyguları günlük hayata uyumlu bir şekilde kullanamamak anlamına gelen bir rahatsızlıktır.

Amigdala, şekliyle bademe benzeyen ve insanların her iki kulağının arkasında bulunan; kişinin korku, kaygı, öfke gibi duyguları yöneten beyindeki bir bölge olarak bilinir. Yun Jae’nin annesi de oğluna bu bölgesinin gelişmesi için badem yemesini tavsiye ederdi. Ayrıca evlerinde duygu kartlarıyla çalışmalar da yaptırırdı. Ancak babaannesinin ve annesinin ölümüyle artık bir başına kalmıştır. 

Herkesi kaybetmiş olmanın verdiği duyguya yabancılık çeken genç karakterimizin yolu ona her zaman yardımcı olan komşusu Doktor Shim, karanlık bir geçmişe sahip olan Gon ve etrafına neşe saçan anlayışlı Dora ile kesişir. 

Annesinden geriye kalan kitapçı dükkanını işletmeye çalışan ve bir yandan da okulunu okuyan Yun Jae, hayatına giren yeni insanlarla kendi duygularını keşfetmeye başlayacaktır.


“-Nine, neden insanlar tuhaf olduğumu söylüyorlar?

-Belki de özel bir olduğundandır. Çünkü insanlar, başkalarından farklı olana tahammül edemezler.” (sayfa 18)


“Kitaplar, beni gidemeyeceğim yerlere bir çırpıda alıp götürdü. Hayatımda hiç karşılaşamayacağım insanların itiraflarını bana anlatıp hiç göremeyeceğim kişilerin yaşamlarını gösterdi.” (sayfa 47)


“Kitaplar farklıydı. Çünkü kitaplarda boş yer çoktur. Hem kelimeler arasında hem de satırlar arasında boşluklar vardır. Bunlar içerisine girip oturabilir, aralarında yürüyebilir ya da boşluklarına düşüncelerimi bile yazabilirim.” “sayfa 48)


“Hayatta kurtarılamayacak insan evladı yoktur. Sadece kurtarma çabasından vazgeçenler vardır.” -P. J. Nolan (sayfa 121)


“Her neyse basmakalıp bir ifade ama hayatta biriyle karşılaşman gerekiyorsa, vakti saati gelince onunla illaki karşılaşırsın.” 

(sayfa 124)


“Ninemin ifadesine göre sahaf dükkânı on binlerce ölü, diri yazarın ayrım gözetmeden kümeler hâlinde yan yana durduğu, nüfus yoğunluğu yüksek bir yerdi. Gelgelelim kitaplar sessizdi. Sayfaları açılmadan önce ölüyken, açılmaya başlandığı andan itibaren canlanarak içlerindeki hikâyeleri boşaltırlardı. Üstelik kulağıma tam da benim istediğim kadar fısıldaşır dururlardı.” (sayfa 127)


“Bilmediğin duyguları anlamak her zaman iyi olmaz. Çünkü duygular aldatıcıdır. Dünya, senin bildiğinden tamamen farklı görünecektir. Etrafını saran en küçük şeyleri tehlikeli bir silah gibi hissedebilirsin, sıradan bir yüz ifadesi ya da bir söz diken gibi canını da acıtabilir. Yol kenarlarındaki taşlara bir bak! Hiçbir şey hissedemezler ama sürekli zarar görürler. Üzerlerinde insanların tepinip durduklarını bile bilmezler.” (sayfa 154)


“Belki de bir dili anlamak, muhatabın yüz ifadesinin ve duygularının farkına varmak demekti.” (sayfa 183)


“İnsan, üzüntüsü büyüdükçe ve buna bir çare de bulamadıkça kötü düşüncelere dalar.” (sayfa 216)


“İnsanlar uzaktayken elden bir şey gelmez deyip trajediye gözlerini kaparlar ancak korktuklarını bahane ederek yanlarında olan olaylara da yaklaşmazlar. İnsanların geneli hissederler ama harekete geçmezler. Acıyı paylaştıklarını söylerler ama hızlıca unutuverirler. Benim anladığım kadarıyla bunların hiçbiri hakikat değildi. (sayfa 239/240)


“Yaraladığın insanlardan tüm içtenliğinle özür dile. Kanatlarını kopardığın kelebekten de bilmeyerek üzerine bastığın böceklerden de.” (sayfa 241)


“Bu hikâyenin nasıl devam edeceğini bilmiyorum. Tıpkı daha önce söylediğim gibi bir hikâyenin trajik mi yoksa mutlu sonla mı biteceğini ben veya başka biri söyleyemez. Belki de bu türden bir sınıflandırma yapmak dahi imkansızdır. Çünkü hayat, binbir tatla karışık akıp gider.” (sayfa 249)

1 Kasım 2024 Cuma

Sonbaharın son ayı kasım

 


Nihayet, en sevdiğim aylardan kasım ayına geldik. Bu ayda doğmuş olmanın verdiği hissiyat mı bilmiyorum ama kasım ayının yeri bambaşkadır bende. Son günler yoğun bir koşuşturma içerisinde gelip geçti. Kısa süreliğine bir yakınımızın düğün daveti için İzmir’e bile gidip geri geldik. 


İstanbul’da ise hayat kaldığı yerden devam ediyor. Bugün iş çıkışı vapurla Beşiktaş’a geçiyorum. Vapurun açık alanına geçip kendime oturmak için iyi bir yer buluyorum. Sonrasında denizin maviliğine eşlik eden martıları ve güzel İstanbul manzarasını seyre dalıyorum. Kısa bir süre sonra karaya varıyoruz ve ben önceden belirlemiş olduğum rotaya doğru adım adım ilerlemeye başlıyorum.

Biraz yokuş çıkıyorum. Yine de moral bozmak yok, günün sporunu yapmış olmanın verdiği motive ile rotama doğru ilerlemeye devam ediyorum. Yol üzerindeki kedilere selam vermeyi de unutmuyorum. Sahibiyle gezintiye çıkmış olan bir köpek yol üzerinde ayaklarıma dolanıyor ve sonrasında yüzümde gülücükler beliriveriyor.



fotoğraf kadrajıma birbirinden orijinal pozlar veren kedilerden yalnızca bir tanesi.

Yaklaşık yirmi dakikalık yürüyüşün sonunda varacağım yere geliyorum. Yıldız Sarayı’na ilk defa gidiyorum. Restorasyona alınmadan önce gezme fırsatım bir türlü olmamıştı. Yenilenmiş haliyle ziyaret etme şansını bugün elde ediyorum. Sarayın bahçesindeki ağaçların sonbaharla uyumlu renklere büründürülmüş olmaları çok hoşuma gidiyor. Sarayın içini gezmeye başlıyorum. Diğer yandan da etrafta yer alan bilgilendirici yazıları okuyorum. 



yıldız sarayı.



hamidiye çeşmesi.



limonluk kasrı.

Farklı bitkilerin bir arada yer aldığı kış bahçesi. İçeride limon ağaçları da vardı.
Bu mekanı özellikle çok sevdim. Burada yer alan bitkilerden bazıları.



begonvil.



medine gülü.


Yıldız Sarayı’nı ve bahçesini gezdikten sonra hemen aşağısında yer alan Yıldız Hamidiye Camii’sini ziyaret ediyorum.


caminin arka kısmı.


Camii’nin içini gezdikten sonra arka kısmına doğru ilerliyorum. Çimenler yemyeşil olsa da ağaç dallarından düşen rengarenk yapraklar sarmaya başlıyor her yanımı. İşte, tam o anda yavaş yavaş gün batmaya başlıyor şehirde. Çimenlere günün aydınlık olan son saatlerinden geriye kalan gün ışığı vuruyor. Bir süre burada dolaşırken buluyorum kendimi.


sonbaharda merhaba diyen bir papatya görüyorum çimenlerde.


Gün batmaya başlamışken yavaş yavaş eve dönüş yoluna geçiyorum. Vapura doğru yürürken çıktığım yokuşu inmek pek keyifli geliyor. Yol üzerindeki marketten avokado alıyorum. Merketten çıktığımda ağzında fare tutmuş bir kedi ile karşılaşıyorum. Etraftaki herkes gibi ben de gülümsemeye başlıyorum.


faresini yakalayıp yoluna devam eden kedi.


Yürüyüşün ardından vapura varıyorum. Güneş batmaya çoktan başlamış. Dönüş yolumda da tıpkı gidiş yolumdaki gibi açık alana geçiyorum ve iyi bir yere oturuyorum. Vapur hareket ediyor ve güneş çoktan batıyor.





 

BİRPEMBESEVER