2 Temmuz 2024 Salı

Beyazlı Kadın | Wilkie Collins

 



Beyazlı Kadın, Wilkie Collins.

İngiliz edebiyatının Victoria dönemini yansıtan ve gotik edebiyatın gerilimi ile psikolojik gerçekçiliği kaynaştıran kitap, gotik türün ilk örneği olarak karşımıza çıkar. İlk olarak haftalık bir dergide yayımlanan ve büyük ilgi gören Beyazlı Kadın daha sonra bir kitap haline getirilir. 
O dönemde yazarın yakın arkadaşı olan Charles Dickens, Collins’in ünlenen eseri Beyazlı Kadın’ı taklit ederek bir eser yazmaya çalışmıştır. Collins’in en önemli eseri olarak nitelendirilen Beyazlı Kadın okunduğu her dönemde büyük bir ilgi ve merak uyandırmaya devam etmiştir.

Kırsal bir malikanede amcaları ile yaşayan Marian ve Laura aynı anneden farklı babalardan dünyaya gelen iki kız kardeştir. Annelerinin vefatından sonra amcalarıyla Limmeridge’de ikamet ederler. İki genç kız kalabalıktan uzakta bir yaşam sürerken hayatları, Walter Hartright isimli bir resim öğretmeninin dahil oluşuyla değişmeye başlar.

Walter, ilk iş gününde malikaneye doğru süren yolculuğu sırasında beyazlara bürünmüş bir kadın görür. Bembeyaz giyinen ve soluk teniyle patikada ayakta dikilen esrarengiz kadının genç adamla kısa bir konuşması olur ardından oradan uzaklaşarak gözden kaybolur. Yaşadığı bu tuhaf olayın ardından malikaneye varan Walter, ders vereceği genç hanımlarla tanışınca yolda gördüğü beyazlı kadının evin kızlarından Laura ile olan benzerliği dikkatini çeker.

Günler geçip giderken Walter ve Laura arasında duygusal bir yakınlık başlar. Bunu sezen Marian, Walter’ın aileleri için uygun olmadığını kibar bir dille anlatır ve işini bırakıp Londra’ya gitmesini söyler. Walter kalbi kırık bir şekilde Londra’ya gider. Bu gelişmelerden sonra Laura amcası tarafından, Sir Percival adında soylu bir adamla nişanlandırılır. 

Laura ve Marian’ın hayatlarına dahil olan bu yeni adam, onların kötüye gidecek olan hayatlarının da başlangıç bileti olur. Sir Percival ardında sakladığı birçok sırla yalanlar üzerine Laura ile kurduğu yeni evliliklerinde kötü niyetini açık etmeden yürütmenin planlarını yapar. Ancak Marian’ın sevgili kız kardeşi Laura’yı koruma içgüdüsüyle Sir Percival’ın kötü emellerini bir bir ortaya çıkarmaya kararlıdır.


“Kimimiz hayatı koşarak yaşar, kimimizse ağır ağır yürürüz.”
(sayfa/58)


“Resmin söyleyebileceği bu kadar işte, belki de daha derine ulaşabilen fikrin ve kalemin de kendi dillerinde söyleyebilecekleri bu kadardır.”(sayfa/62)


“Kelimeler bizi yaralayacakları zaman devleşir, bize hizmet edecekleri zamansa cüceleşir.” (sayfa/76)


“Onun ve benim kalplerimize kış gelmişti bile!” 
(sayfa/82)


“Puslu, boğucu bir akşamdı. Havada sıkıntı vardı, bahçedeki çiçekler boyunlarını bükmüşler, toprak da çatlamış ve kurumuştu. Batıda, kıpırtısız ağaçların üstünden gördüğümüz gökyüzünün rengi soluk sarıydı, güneş bir pus tabakasının içinde yavaşça batıyordu. Yakında yağmur geleceğe benziyordu, herhalde o gece yağmaya başlardı.” 
(sayfa/302)

“Anlaşılmaz dünyamızın her köşesinde sıradanla dehşet verici olan iç içe geçmiştir. Koşullardan kaynaklanan ironi hiçbir korkunç felakete saygı göstermez.” 
(sayfa/618)


19 Nisan 2024 Cuma

Takvim yapraklarından eksilenler

 


Fotoğraf karesi bayramdan önceki haftadan kalan bir güne ait. Her yıl Emirgan Korusu’nda gerçekleşen lale festivali, sosyal medyada karşıma çıkmıştı ve benim de henüz insan kalabalığının ilgisine maruz kalmadan ikinci gününde ziyaret etme fırsatım olmuştu.

Sabahın erken saatlerinde gitmiş olmanın avantajı ile koruda ağırlıklı olarak turistler ve makinesini eline alan fotoğraf tutkunu insanlar bulunuyordu. Sonrasında “Sahi, ben neden makinemi yanıma almadım?” sorusu zihnimde yankılansa da artık pişmanlık yaşamadan anın tadını çıkarmayı ve telefonumla resim çekinmekle yetinmeyi kabullenmiştim.

Çektiğim lale fotoğrafları arasında seni İstanbul lalesi ile tanıştırmak isterim. Kendisi zerafeti, duruşu ve görüntüsü ile diğer lalelerden hemen ayırt ediliyor. 


16. yüzyıldan günümüze kadar gelmeyi başaran İstanbul lalesi ince hançerli sivri uçlu, kıvrık örümceksi yaprak ve sarı çizgili kırmızı badem çiçeklere sahip. 

Korunun içinde yer alan rengarenk laleler arasında gezinirken bir yandan da fotoğraflar çektim. İşte o günden geriye kalan bazı fotoğraf kareleri.



Buraya kadar gelmişken korunun gerisinde yer alan Baltalimanı Japon Bahçesi’ne uğrayıp bahar ayında açan ve Japonya’dan getirtilen kiraz çiçeklerini de görelim dedik.



Japon Bahçesi’nde rüzgar estikçe yere dökülen sakuraların manzarası, adeta Japon animesinde gördüğümüz bahar anında arka fonda çalan bir müzik eşliğinde yere dökülen kiraz çiçeklerini andırıyordu.

Burada çektiğim fotoğraf karelerini Japon mektup arkadaşıma bu yerin açılma nedenine dair kısa bir tarihçesini de anlatarak gönderdim. Baltalimanı’ndan geriye kalan fotoğraf kareleri.

sakura ağacı



Japon gülü


Doğaya doyduğumuz güzel günlerden biriydi. Sonrasında hem bayram koşuşturması hem de insan kalabalığı derken buraların ziyaret edilmek için epey rağbet gördüğünü öğrenmemle erkenden gidip gezmiş olmanın sevincini yaşamak da keyifliydi.



Geçtiğimiz günlerde aniden gelen bir tatlı isteğiyle yaptığım sufle. İlk denemeye göre öncelikle kendimce başarılı bulundu ve tadımı beğenildi. 

Yakın zamanda bir tiyatro oyunu için aldığım bilete aniden çıkan başka bir program sebebiyle yine gidemedim. Artık bu oyunda bir uğursuzluk olduğunu düşünmeye başladım. Oyun Hamlet idi. Geçmişte bu oyuna iki farklı zamanda yine bilet almış ve gidememiştim. 

Bu yıl havaların ısınmasıyla çevremizde tek tük kalmış olan yeşil alanları bina dikme yarışına dahil eden müteahhitler sayesinde gürültümüz eksik olmuyor. Bugün havanın yağışlı olmasına rağmen belli bir saate kadar çalışmayı bile sürdürdüler. İnşaat demişken, üst katımız bir süredir boştu ve satıldığını öğrenmiştik. Taşınacak olan aile, bayram öncesinde bir haftalık bir tadilat yaptı. Adı bir haftalık tadilat olsa da bir haftayı elbette aştı. Anlayacağınız üzere apartmanda epey gürültü olmuş. Sonradan öğrendiğimize göre yeni ev sahipleri dairenin içinde yer alan dış duvarlar dışındaki tüm duvarları yıktırıyor; dairenin planını yeniden yapmaya karar veriyorlar. Yasal olarak bu durumun yasak olduğunu ve kolon niteliğinde olmasa bile perde ve ara duvarların belediye izni olmadan yıkılamayacağı en başından belliymiş. Tüm bu süreç boyunca apartman yöneticisi ne yapıyordu diye soracak olursanız her şey yıkılıp bittikten sonra kendileri aydınlanma süreci yaşamış olmalı ki yakın zamanda bir toplantı düzenleneceğine karar verilmiş. 

Müsatakil bir ev için iç duvarların komple yıktırılıp isteğe göre tekrar düzenlenmesi kararını anlayışla karşılarım ama bir apartman için diğer katlarda yaşayan insanların canını hiçe sayıp deprem ülkesinde yaşadığımız gerçeğini göz ardı etmek ve daire içindeki duvarları yıktırmak bencillik değil de nedir? 


Tüm bu olup bitenler boyunca biz bir apartman sakini olarak elbette hakkımızı aradık ve yöneticiye fikirlerimizi ilettik. Başka bir apartman sakini ise bu durumu belediyeye şikayet etmiş. Beni hayal kırıklığına uğratansa bu olup bitenlere bana dokunmayan yılan bin yaşasın modunda hiçbir şeye karışmayan insanların tepkisi oldu. 


2 Nisan 2024 Salı

Zaman ne çabuk geçiyor Mona

 

Canım okur,

Yazmayalı epey olmuş gibi hissediyorum. Bu his, çok uzun zamandır hem zihnimi hem kalbimi meşgul etmekteydi. Şu an yazabiliyor olmanın mutluluğu ve heyecanıyla işte karşına çıkageldim. 

Kış gelmeden mart ayını da bitirdik bu yıl. Bu yüzden biraz buruk hissediyordum. Nerede o eski kış ayları? İstanbul’da yolların karlarla kapandığı ve okulların günlerce tatil edildiği; mahallelerde kartopu savaşlarının yapıldığı günler. Tabii yapılan kardan adamları unutmamak gerek. Sanki çok eskide kalmış gibi. Üstü toz tutmuş anılar. Şimdilerde insanoğlunun hırsları doğayı da ele geçirmiş durumda. Ne yazık ki oturduğum mahallede yeşil alan sayısı artık yok denecek kadar azaldı. Yerini gökdelenler, apartmanlar almaya başladı. Birkaç haftadır devam eden inşaat gürültüleriyle gün başlıyor ve gün bitiyor. İnsanoğlundaki bina dikme hırsı son bulur mu, bilinmez.

Nisan ayına sayılı günler kala bahar ayını da yaşayamadan yaz havasına merhaba dedik. Birkaç gündür yaz sıcakları yaşanıyor şehrimde. Bense bir süredir alanımla ilgili bir sertifika eğitim programına gidip gelmekteydim. Program verimli geçiyor mu, tartışılır. Bitmesine ise sadece birkaç ders kaldı. 



Geçtiğimiz ay balkonumuzda bir kuşa daha ev sahipliği yaptık. Artık gelen giden kuşları saymayı bıraktım. Bu anne kuşun da bir yavrusu oldu. Besleyip büyütmesine, uçma konusunda cesaretlendirmesine kadar birçok anına tanıklık ettik. Son günlerde yeni bir kumru kuşu çifti daha balkonumuzu yoklamaya başladı. Acaba bir önceki ay yavru olan ve yuvadan uçan kuş mu diye düşünmeden edemiyor insan.

Havalar sıcak olmaya başlasa da her gün farklı bir gökyüzü ile karşılaşmak güzel. Son birkaç gündür günün farklı saatlerinde göğe bakıyor ve birkaç dakikalığına da olsa zihnimde yoğrulan düşüncelerime bir perde çekiyorum. 

İşte, o gökyüzü an’ları…




                      "Zaman ne çabuk geçiyor Mona.

Saat on ikidir söndü lambalar

Uyu da turnalar girsin rüyana,

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona."





Cumartesi günü geçtiğimiz ay -zamanla yarışarak- aldığım tiyatro biletlerinin oyununa gitme fırsatımız oldu. Zamanla yarışarak diyorum çünkü şehir tiyatroları sistemde açılır açılmaz ilk üç dakika içerisinde tükeniyor. 
Oyunun adı: Cadı Kazanı idi. Hayatımda ikinci kez bir tiyatro oyununun bana hitap etmediğini hissettiğim bir oyun oldu. Tiyatro sanatçılarının başarılı oyunculuklarını takdir ediyorum ancak gereksiz uzatılan diyaloglar ve oyunun iki perdesinin de çok loş ışıklarla sürmesi kimi yerlerde sıkılmama sebebiyet verdi. Yine de hepimiz için keyifli bir gün oldu.

Sezai Karakoç’un da dediği gibi: “…zaman ne de çabuk geçiyor Mona.”
Bahar hissettirmeden çoktan geldi ve gidiyor. 
Hayat, kaldığı yerden devam ediyor.



13 Mart 2024 Çarşamba

Sisli gecede gizlenmiş erik ağacı çiçekleri

 


Merhaba sevgili okur.

Resimde görmüş olduğun erik ağacı çiçeği. Geçtiğimiz haftalarda güneşi ve ılık havayı gören ve derin uykuda olan ağaçlar çoktan çiçeklenmeye başlamışlar. Evimizin köşesindeki yolun kenarında olan erik ağacı da baharı erkenden müjdeleyenlerden biri. 

Erik ağacı demişken… Hem görüntüsü hem kokusunu sevdiğim ağaçların başında gelir. Bir de beni çocukluk anılarıma götürmesi onu diğerlerinden ayrıcalıklı kılar.

Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanındaki Feride misali çocukluğum ağaç dallarında geçmiştir. Bazen meyve toplamak, ağaç dallarında oturmak, gökyüzünün maviliğine daha yakından bakmak ya da bazen kiraz saplarından kulaklarıma küpe yapmak için çıkardım ağaç dallarına. Tabii ağaç dallarının, oynadığımız saklambaç oyunlarında en iyi saklanma yerlerinden biri de olduğunu unutmamak gerekir.

2000’li yıllar. Yine bahar aylarından biri. Bahçemizdeki erik ağacının tomurcuklanan güzel kokulu beyaz çiçekleriyle süslenmiş dallarının tam ortasına oturmuşum ve o an fotoğraf karesine alınmış. Bugün kokladığım bu erik ağacı çiçekleri işte beni çocukluğumda çekindiğim o fotoğraf karesine alıp götürdü. 

Çocukluğumdaki erik ağacını soracak olursan, ona veda edeli çok uzun yıllar oldu. Şu anki erik ağacı ise yerinde huzurlu bir şekilde dursa da yanındaki yeşilliklerle dolu boş araziye apartman dikme çalışmalarına başladılar. Erik ağacı eskiden olduğu gibi mutlu ve huzurlu olur mu bilmiyorum ama onun da tıpkı benim gibi yitip gitmekte olan yeşilliklere üzüldüğünü hissedebiliyorum.

Bahar ayında sisli ve puslu bir gece. Gecenin karanlığında gizlenen erik ağacı çiçeklerinin aksine birileri gökyüzündeki en güzel halini almış. 



 

BİRPEMBESEVER