Tartışmayazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tartışmayazıları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2023 Pazartesi

Toksik insanlara yer yok

 


Hayatın her anı çok değerli. Değerli anları, paylaşmak istediğimiz insanlar konusunda da seçici olmamız gerektiğini düşünüyorum. Çevremizde tuttuğumuz insanların bir nevi insanın kendisini de yansıttığı kanaatindeyim. Yani insan kendi kişiliğine, karakterine, zevklerine uygun insanları yakınına çekiyor. Bu kişileri hayatımıza dahil edip etmemek de kendi düşünce yapımıza göre bizim elimizde olmalı, bunu biz belirlemeliyiz.

Her insanın hayatına bir yerlerde dahil olmuştur toksik insanlar. Bu insanlar yapıları gereği karamsar, moral bozan, olumsuz düşünen, etrafında kara bulutlarla dolaşan ve bu duyguları yanındakine aşılamayı kendine gaye edinmiş insandır.

Karşısındaki insanı adeta bir ayna gibi görerek içinde yer edinmiş tüm kötü olan duygu ve düşünceleri o kişiye yansıtır. Empati yapamaz. Hayır kelimesini kabul etmez. Sizi her yerde rakip olarak görebilirler. Arkanızdan konuşabilir. Kıskançlık duygusu da kaçınılmazdır. Sürekli şikayet içerisindedirler ve asla eleştiri kabul etmezler.

Bu tür insanların varlığı hep yorucudur. Çünkü kendini bir şekilde kanıtlamaya çalışan kişi hep karşı tarafta olandır. Hayatımızdaki insaları ve insan ilişkilerini bir yolcu trenine benzetecek olursak bu trendeki yolculuktaki insanları iyi seçmeli; yanlış seçimlerde de uygun duraklarda bu insanlara veda etmeyi bilmeliyiz.

Günler öncesinden dinlediğim bir şarkı üzerine şu an bu cümle kırıntıları zihnimde dolaşmaya başlamıştı. İşte o şarkı.

https://www.youtube.com/watch?v=ILLAH0hCht4


3 Ocak 2023 Salı

Bir insanı anlayabilmek




Bir insanı anlayabilmek… Zor olmamalı. Zorlayıcı olmamalı. Günümüzde insan ilişkilerinde iletişimin gün geçtikçe değerini yitirmesi, duyguların düşüncelerle birlikte yok sayılması ve iletişimin çift taraflı değil de tek taraflı bir hâl alması ne yazık ki bir taraf için kaçınılmaz bir şekilde yıpratıcı veya yorucu olabiliyor.

Bir insanda empati duygusunun gelişmiş olması önemlidir. İletişimde de empati kurabilmek; karşımızdaki insanı anlayabilmek, onun duygu ve düşüncelerini içselleştirip yine karşımızdaki insana bunu davranışlarımızla belli edebilmek oldukça önem taşır. Çünkü yalnızca sözcüklerle veya cümlelerle duygu ve düşünceler belli olmayabilir. Bazen bazı durumlarda davranışlarla da desteklenmelidir. 

İnsanlar arasındaki karışılıklı iletişimlerde tıpkı empati gibi daha birçok kavram önem taşır. Ama bana kalırsa empati kurabilmekten yoksun olan insanlarla iletişim kurmak da en zorudur. Çünkü iletişimde empati duygusundan yoksun kişi hep "ben" dili ile konuşur. Bir şeyleri dikte eder. Karşıdaki insanın duygu ve düşüncelerini yok sayar. Hep kendi söylediklerini önemli ve konuşmaya değer bulur. Bu durumda iletişimin diğer tarafında kalan kişi ise kendini sürekli dinleyici, pasif, kendi duygu ve düşüncelerini değersiz hisseden ve manipüle edilen tarafta bulur. Böylelikle iletişim diyalogdan çok monolog bir hâle gelir. Tek taraflı konuşma ve dinleme hâlini alır. Elbette empati duygusundan yoksun kişi bunu fark etmez ve fark etmesine izin verirseniz de asla ama asla kabul etmez. 

İletişimde bir kişinin sürekli ve ısrarcı bir şekilde "ben" dilini kullanması da zarar vericidir. Aslında kişi karşısındaki insana üstünlük tasladığını düşünse de kendi karakterini ve kişiliğini yansıtmakla birlikte yine kendi bencilliği içerisinde kalbini de karartmaya devam eder. Evet, empati kuramayan insanlar aynı zamanda bencildir. 

İnsanlar arası iletişim, karşılıklı olabilmeyi gerektirir. İletişimi günlük hayatta yaptığımız bir alışverişe benzetebiliriz. Duygu ve düşüncelerin karşılıklı alışveriş hâlinde olması gerekir ki bu şekilde sağlıklı bir iletişim de kurulabilsin.

20 Ocak 2022 Perşembe

Artan Kitap Fiyatları

 


Yarından sonraki günlerde yağışlı ve karlı havayı hava durumunda görünce bugünkü güneşli havayı değerlendireyim istedim. Aslında aklımda olan kahvaltıdan sonra yürüyüş yapmaktı ancak fikrimi yakınlarda açık alanı olan bir alışveriş merkezine gitmekle değiştirdim. Uzun bir aradan sonra kız kardeşimle öğleden sonra dışarıya çıktık. 

Gideceğimiz yere varınca kitapçıya uğradık. Kitapçılarda gezmeyi, kitap raflarındaki kitapları incelemeyi sevdiğimden bu mekanlarda vakit geçirmek ve yeni çıkan kitaplar hakkında bilgi edinmek iyi oluyor. Kitapların içinde kaybolmuşken içerde şekerleme yapan bu sevimli kediye rastladım. Bir süre onu uzaktan izledim. Bir ara uyanır gibi olunca dayanamadım ve sevmeye başladım. Sonra uykusuna devam etti. 

Kitapçıdaki kitap fiyatları beni fazlasıyla şaşırttı. Zaten normalde de internet sitelerine göre daha yüksek fiyatlarla satılan kitapların fiyatları çok çok artmıştı. Merak edip elimde tuttuğum birkaç kitaba her zaman aldığım siteye girip oradaki fiyatlarına da bir bakayım dedim. Sitede karşılaştığım fiyatlar da çok artmış. 

Çoğunlukla kitaplarımı internet sitelerinden satın alırdım. Sonbahardan beri kitap alışverişi yapmıyordum. Kitaplığımda okumamış olduğum kitapların varlığı bunun en temel sebebiydi. Bir de kütüphane üyeliğimin oluşu. Geçen yılın son aylarından beri kitaplarımı kütüphaneden ödünç alıyorum. İstediğim her kitabı ve yayınevini bulamasam da bir ay içinde okuyabileceğim üç tane kitap ödünç alabiliyorum. Ve buna fazlasıyla yeterli geliyor. 

Belki artış gösteren kitap fiyatlarıyla unutulan kütüphane kültürümüz de böylelikle tekrar gün yüzüne çıkmış olur. 


18 Aralık 2021 Cumartesi

Bir Diğerini Üstün Görme Çabası

 



Değer yargılarımız. 

Bizi bizi yapan şeylerin başında gelen temel kavramlardan biri olabilir. Kişiden kişiye göre farklılık gösteren değer yargıları, yetiştiğimiz çevreden de büyük payda etkilenmektedir. Bulunduğumuz ya da bulunacağımız çevreler de değer yargılarımızın değişmesine, şekillenmesine ya da sönmesine sebep olabilir.

Bireysel farklılıklar gösteren değer yargılarımız toplumla buluşunca ortak değer yargıları içermeli. Yani toplumdayken: ''Benim saygı kurallarım böyle, kendi davranışlarım başka insanlara rahatsızlık verse bile hiç sorun değil, önemli olan benim duygu ve düşüncelerim...'' gibi ben dili ile kurulan cümleler aynı ortamı paylaştığımız toplumda bana göre ne bir önem ne de bir değer niteliği taşımıyor.

Toplumdayken başka bir insana saygı duymayan kişinin kendisine karşı da herhangi bir saygısının olduğunu düşünmüyorum. 

Ben dilinin konuşulduğu konuşmalar, duygular, düşünceler ve bunlar yetmezmiş gibi kadın erkek olarak ötekileştiriliyor olmamız. Bazı insanlarda bir diğerini üstün görme çabası hakim. Toplumda, trafikte, toplu taşımalarda, sosyal medya platformlarında. 

Kendini üstün gören kişi, üstün gördüğü kişiye karşı büyük bir zafer kazanmışçasına bu hissi çevresine belli ediyor. Kendi adına kazandığı bir zafer mi yoksa bir kibir mi?

Toplum olarak nereye sürükleniyoruz, bir bilinmezlik. Tek bildiğim ve tahmin edebildiğim şey ise bu bilinmezliğin şimdilik bana umut vaat etmiyor olması.

16 Aralık 2021 Perşembe

Bu Dolandırıcılara Dikkat !

 


Kasım ayının sonlarına doğru blog sitemde maillerim için kullandığım mail adresime yabancı birinden ilk olarak "Hello" şeklinde bir mesaj aldım. Şu an yapmasamda geçtiğimiz yıllarda farklı ülkelerden mektup arkadaşlığı ve kartpostal takası yapıyordum. Maileme gelen bu iletiyi de onlardan biri sanarak "Beni tanıyor musunuz?" şeklinde yanıtladım.

Buna ek olarak blog istatistiklerimi incelediğimde yurt dışı ziyaretlerinin oldukça aktif ve yoğun olduğunu da fark ediyorum. Bana mail atan kişi/kişilerin de mail adresime blogum aracılığı ile ulaştıklarını düşünüyorum.

Verdiğim yanıta karşı taraftan yanıt gecikmedi. Yarım saat kadar bir süre geçti ve upuzun bir maile ilaveten üç tane kadın resmi gönderdiler. Gelen ikinci mailde göz boyayan süslü cümleler ve sonrasında şahsın hayalinde kurduğu bir karakterin kişisel bilgilerini içeriyor. Maili okuduktan sonra internette benzer mailleri alanlar var mı diye araştırınca bu dolandırıcılığın hem kendi ülkemizde hem de yurt dışında organize olunmuş bir dolandırıcılık suçu halini aldığını öğrendim. 

Durumu öğrendikten sonra da asla yanıt vermedim ve kişiyi spam kutusuna ekledim. Normalde spam mesajlar gelen kutuma düşmeden engelleniyordu. Bu sefer neden olmadı hiçbir fikrim yok.

Cimer’e konuyla ilgili belgelerle birlikte şikayette bulundum. Emniyet’in siber suçlar bölümüne gidip şikayette bulunmamı istemişler. Sonrasında da ilgili evraklar oluşturulup savcılığa başvurmam gerekiyormuş. Bunun için de 6 aylık bir sürem varmış.

İnternette buna benzer olayları yaşayan ve dolandırılan bir sürü insan var. Şikayette bulunup olayı dava boyutuna taşısam sağlıklı bir sonuç alır mıyım, bilmiyorum. Bu konuda hem sizin düşüncelerinizi almak hem de sizleri başıma gelen bu olayla ilgili bilgilendirmek istedim.

16 Eylül 2021 Perşembe

Doğa Olmuş Dev Bir Çöplük

 


İnsanların kötü eylemlerinin sonuçlarına katlanmak zorunda kalanlardan biri de doğa. Her birey çevresine karşı olan vazifesini layıkıyla yerine getirse belki şu an daha farklı bir çevre görmüş olabiliriz.

Şehrin kalabalığından uzaklaşıp, doğayla baş başa kalabileceğim bir deniz kenarına gittiğimde karşılaştığım korkunç manzaralar beni derinden üzüyor ve endişelendiriyor. Kumsalda yürürken kumların üzerine atılmış bir sürü çöp... Bu yetersiz kalmış olacak ki denize de atılmış olan atıklar diğer çöplere eşlik ediyor.

Gittiğimiz plajda biraz vakit geçirip elimize eldivenleri taktık ve poşetler alıp gücümüzün yettiğince kumsalda gördüğümüz çöpleri toplamaya başladık. Bulaşık deterjanı bidonu, bebek bezleri, plastik-karton bardaklar, teneke ve cam şişeleri ve sayamadığım bir sürü atık.

Bir insan neden çöpünü yere atar anlam veremiyorum. Eğer yakınında bir çöp konteyneri yoksa da çöpünü yanında taşıyabilirsin. Küçük bir çöpü çöpe atana kadar geçecek olan süre zarfında kimse zarar görmeyecektir. Ya da sahip olduğun çöp parçası üzerine yapışmayacaktır. 

Doğayı çöplerle görmek istemiyorsak bunu her insan hakkıyla yerine getirmek zorunda diye düşünüyorum. Çöpünü çöpe atmak sorumluluk değil zorunluluk niteliği taşımalıdır. Zira geleceğimize çöplerle dolu bir doğa bırakacağız.

17 Ocak 2021 Pazar

İnsanların İki Yüzü

 



Kimi insanlar yüzlerinde birden fazla maskeyle dolaşmayı sever. Aslında sevmekten de öte bir davranıştır bu. Bu maskeler o kişinin karakterine, ruhuna işlemiştir. Bedeniyle bir bütünlük kazanmıştır. İnsanlara yalan söylerken, onları kandırırken kısacası kendi işini görene kadar sizin istediğiniz şekle ve kılıfa uygun bir maske bulurlar, öyle de davranmaya devam ederler. Peki neden?


Çünkü böyle insanlar bu şekilde yaşamaktan mutluluk duyarlar. Duygu sömürüsü, insanları kendi amaçları için kullanmak sıradan oluvermiştir. Ve bunlarla da doyuma ulaşırlar. Kendilerince bir başarı elde etmiş düşüncesine kapılırlar. Karakterlerine sinmiştir bu maskeler. Can çıkar huy çıkmaz dememişler boşuna. İnsanların kötü huyları da mezara kadar kendileriyle birlikte oluyor. 


Madden ve manevi olarak sizi sömüren insanlardan uzak durun. Elbette bunu hemen fark edemeyiz fakat bunu anladığımız vakit de o insanları yakınımızda tutmamak adına elimizden geleni ardına koymamamız gerekiyor. Çevrenizde size gerçekten değer veren, sevgisi saygısı hakiki olan az dostlarınız olsun, fazlası da uzak olsun. 

29 Eylül 2020 Salı

MARTI

 




Sevgili okur,
bugün seninle başımdan geçen bir anımı paylaşacağım. Aslında bu anı çok yakın bir zamanda meydana geldi ve bu olay beni biraz etkiledi. Paylaşmak istediğim bu yazıyla bir nebze de olsa farkındalık oluşturmak istedim.

Güne olabildiğince erken başlamaya çalışıyorum. Yine erken kalktığım bir sabahtı. Dışarıdan karga sesleri epey yükseldi. Karga seslerini sabahın erken saatlerinde çok fazla duyarım. Bu yüzden de duruma pek aldırış etmedim. Aradan biraz zaman geçti. Balkona çıkıp bahçeye baktığımda yerde yatan bir martı gördüm. Ara ara hareket ediyordu. Başına da bahçedeki kediler toplanmaya başlamıştı. Endişe ettim ve kız kardeşime seslendim o da hızlıca bahçeye indi ve martının yanına gitti. Telefonla kardeşimi aradım ve bilgi aldım. Görünüşe göre martı kanatlarını hareket ettiremiyordu. Ben de martıyı alıp en yakın veterinere gidelim dedim.

Hazırlanıp aşağıya indim. Martı ayağa kalkmayı istese de kalkamıyordu. Etrafta da bir sürü tüyü vardı. Ya kargalar ya da kediler saldırdı diye düşünüyorduk. Bir süre ne yapacağımızı ve onu nasıl taşıyacağımızı düşündük. Sonra en yakın markete gidip büyük bir kutu istedim, sağ olsunlar hemen verdiler. Martıyı kutuya koymaya çalıştık ancak pek başarılı olamadık. Görünürde açık bir yarası yoktu. Ancak martı tahmin ettiğimden de büyük bir canlıymış. Bir de yanına yaklaşıp tutmaya çalıştığımda ara ara başını kaldırıp gagasıyla bize dokunmaya çalıştı. O sırada apartmana faturaları bırakmak için bir çalışan girdi. Ve martıyı kutuya koymamıza yardım etti. Sonra en yakın veterinere gittik. 

Veterinere vardığımızda martının ağzının içine baktı ve açıkta bir yarasının olmadığını belirtti. Ellerinde martı için gerekli olan ilaçların olmadığını ve daha da ileride olan bir diğer veterinere gitmemizi söyledi. Bizde martıyı alıp daha ileride olan veterinere gittik. Oraya vardığımızda martıyı içeriye aldılar ve bir önceki veterinerin martı için söylediklerinin aynısını söylediler. Başka bir hayvanın saldırısına uğramış olabileceğini ve bu yüzden şoka girebileceğini ifade ettiler.
Bu veterinerde de yeterli ekipman bulunmuyormuş ve yakınlarda bulunan bir barınağa haber vereceklerini, martıyı onlara teslim edeceklerini söylediler. Biz de onlara güvenip teşekkür edip oradan ayrıldık. İnşallah martı sağlığına kavuşmuştur.


Tüm bu yaşananların öncesinde martıyı gören kız kardeşim defalarca hayvan ambulansını aradı. Ve nihayetinde birine bağlandı. Durumu açıkladı ve bir hayvan ambulansı çağırmak istedi. Ancak gelebilecek olan en kısa sürenin ertesi gün olacağını belirtmişler. Bu duruma o gün oldukça kızıp üzülmüştük. Biz o martı ölmesin, bahçedeki kedilere canlı canlı yem olmasın diye uğraşırken bir hayvan ambulansına bağlanıp yine bir canlının yaşaması için ambulans talep etmek bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum.



28 Aralık 2019 Cumartesi

DUYARSIZLAŞAN İNSANLAR





Çevreye, insanlara, hayvanlara ve hatta kendimize karşı duyarlı olmamız gereken bu zamanlarda gün geçtikçe daha da duyarsız davranan veya ''haberim yok, duymadım, bilmiyorum'' kelimelerinin arkasına sığınmış insanlarla karşılaşıyorum.

Bu durum beni elbette endişelendiriyor ve üzüyor. Bu duyarsızlığı ne yazık ki eğitimli olmak da gidermiyor. Eğitim bana göre tek başına bir çözüm yolu değil. Kişi, ilk eğitimini aile içerisinde yani anne-babayı rol model alarak öğreniyor diye düşünürsek eğer problemin en temelinde bana göre aile yer almakta. Evet bir bireyin toplumdaki davranışlarının temelinde aile yatıyor ve bunun şekillenmesi de öğretmeni, okulu ve sosyal çevresiyle tamamlanmış oluyor.

Çok yakın bir zamanda yolda yürürken önümde iki tane on beş yaşlarında çocuklar yürümekteydiler. Ellerindeki içecek çöplerini yere atmalarıyla birlikte arkalarından seslendim ve çöplerini almaları gerektiğini bu toplumu hep birlikte paylaştığımızı ve çevreyi kirletmeye haklarının olmadığını söyledim. Ancak çöplerini almakta biraz tereddüt eder gibi oldular. Bu duruma biraz daha tepki göstererek sesimi yükselterek tekrar ikazda bulundum böylelikle çevredeki diğer insanların da duymasını ve bize bakışlarını yöneltmelerini istedim. Bu davranışım karşısında iki çocuk da çöplerini yerden alarak ilerideki çöp konteynerine attılar. 


Duyarsız insanlara inat biz duyarlı olmaya gayret edelim sevgili okur.





Resimde görmüş olduğun bu sevimli kedi ile bugün durakta karşılaştık. Yanına oturdum ve onu biraz sevdim. Üşüdüğünden olsa gerek bana doğru geldi ve dizlerime oturdu. Ben de kollarımla sardım onu.😊 


9 Aralık 2019 Pazartesi

Mektup Severlerin Dramı






Mektuplaşmaya başlayalı epey bir zaman oldu benim için. 
Neredeyse dört yıl bitmiştir. İlk başlarda mektuplaşma serüvenime küçük paketlerle başlamıştım. Bir zarfın içerisine mektubumu ve ufak hediyelerimi iliştirip sahibine göndermek üzere postalıyordum.

Postane süreçleri biraz sancılı geçerdi benim için. Çoğunlukla ilgisiz ve kaba yetkililerle karşılaşmış olmak postaneye giden adımlarıma engel oluyor ve içimi bir korku sarıyordu. Çünkü sahibi açsın diye kapattığınız mektubu bile açtırmaya kalkışan yetkililerle karşılaştım. İçinde aykırı bir şey olmadığı halde bazen o kağıt parçasını ya da kartpostalı illa görmek isteyecek ya işte. Böyle olunca da farklı yerlerdeki Ptt şubelerini dener oldum. 

Gel zaman git zaman gönderdiğim mektuplarım kartpostallarım sahibine ulaştı. Ancak bazı zamanlar bana ne kartpostal geldi ne de mektup. Bir dönem (yaklaşık 4-5 ay) fark ettim ki ev adresime kayıtsız(takip numarasız) ne bir mektup ne de kartpostal geliyor. Tabii artık biraz da bu hobiyi yaparak tecrübe kazanınca yetkili kişilere şikayet maili attım. Sonrasında postacım hem kayıtsız gönderilerimi hem de kayıtlı olanları getirip üstüne bana hesap sormuştu. Yani şikayetim yerini bulmuş olsa da bu postacıya ismim, adresimle birlikte aynen iletilmişti. Bu anlattığım olayı birkaç yıl evvel yaşamıştım.

Bugün de benzer bir durumdan dolayı yolum tekrar Ptt'ye düştü. Koreli arkadaşıma gönderdiğimi düşündüğüm paketim neredeyse bir aydır kendi ev adresime teslim edilmeyi bekliyormuş. Çok şaşırtıcı değil mi? 

Bugün gidip mağduriyetimi belirttiğimde yetkili kişi postacıdan paketi neden aldığımı sordu. Ben de gelmesiyle gitmesinin üç saniye sürdüğünü paketi bana bile teslim etmediğini söyledim. Sonra paketin yurt dışına gidip tekrar geri gelme olasılığını konuşmaya başladılar ki orada da araya girdim ve herhangi bir gümrük bandı ya da etiketi olmadığını ayrıca gümrükte kalsa postacıların kargoları eve teslim etmediklerini belirttim. Yani gümrüğe gidip kendin alıyorsun, bu süreci geçmişte yaşadığım için biliyorum. Bu süreçleri bilmesem, sesimi çıkartmasam sanırım bugün tekrar ödeme yapıp o paketi gönderteceklerdi bana.  

Mağdur olmama rağmen bir de üstüne ikna çabalarımla paket tekrar yurt dışına çıkmak üzere yola çıktı. Temennim bu sefer yerine ulaşması.

13 Ekim 2019 Pazar

ADAB-I MUAŞERET








Son günlerde toplu taşıma araçlarını kullanmak büyük bir sabır istiyor. Yani insanın koca bir sabır taşı olması gerek. İnsanlarda birbirlerine karşı aşırı bir tahammülsüzlük var. Ve bunu gizleyemiyorlar da. Ya bakışları ile birbirlerini eziyor ya da sözle rahatsız etme boyutuna taşıyorlar. Tabii bu insanlardan ne yazık ki şiddete meyilli olanları da olabiliyor.

Toplu taşıma araçlarını İstanbul gibi büyükşehirde kullanmak gerçekten zor. Mecbur kalınca da binmemezlik yapamıyorsun. Hani bir de insanın sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş ya işte benim de hassas olduğum durumlar var. Her insanda olabileceği gibi. Örneğin; toplu taşımalarda insanları rahatsız edecek derecede sakız çiğneyen insanlara tahammülüm hiç yok. 

Bugün de bindiğim iki otobüste de geldi beni buldu bu tipler. Hiç uyarmadım. Çünkü bu zamanda kimseye nezaket çerçevesinde dahi olsa bir şey denmiyor. Herkes kendince ''dokunulmaz''. Bir başkasını rahtsız etmiş hiç umrunda olmaz. Sonra kendi kendime düşündüm. Acaba o sakızı çiğnerken bu kadar çok ses çıkardıklarının farkındalar mı? Ya da altında yatan başka sebepler olabilir mi?

Sonra kendimce şu sonuca vardım. Emin olduğum tek şey bu insanların adab-ı muaşerete dair birtakım eksikliklerinin olduğu. Çocukluklarını, aile ortamlarını az çok hayal etmeye çalıştım aklımda. Yine de her şey kişinin özünde bitiyor aslında. 

15 Eylül 2019 Pazar

KURALLARI ÇİĞNEMEK










Sanırım toplumca bunu çok yapıyoruz. Kurallar sanki yaşamımızda hiç yokmuş gibi ihlal etmekle kalmıyor bir başkasının hayatını da belki etkilemiş oluyoruz. 
Günlük yaşamda kuralları ihlal eden insanlarla karşılaştığımız olur. Bazen uyarmak isteriz uyarırız bazense sessiz kalırız. Ters bir tepki ile karşılaştığımız da olur. 
Yaya geçitleri. İşlevini doğru düzgün kullanmaya bile fırsat bulamadığımız oluyor. Geçtiğimiz günlerde karşıdan karşıya geçecektim. Yayaya yeşil ışık yansın karşıya öyle geçeyim diye trafik ışıklarına kadar yürüdüm. Araçlara kırmızı yandı, yaya ışığının yeşil olduğunu görünce kendimi güvende hissederek yola attım ancak bir araba kırmızı ışığı umursamadan geçti yanımdan. Bir adım daha attım bu sefer başka bir araç direksiyonu benden öte kırarak yine kırmızı ışıkta geçti. Ben ise yayaya yeşil ışık yanmasına rağmen bir gözüm önümde diğer gözüm ise trafik ışıklarına yaklaşmakta olan araçlara bakarak karşıya geçmeye çalıştım.

Böyle geldik böyle mi gideceğiz bilmiyorum. Sonumuz nereye gidiyor bunu da göremiyorum. Biz insanlar aynı toplumu beraber paylaşıyoruz. Bir kuralı ihlal etmekle başka bir canın hayatına mal olacağını da eminim biliyoruz. Fakat bunu icraata dökmek çok mu zor geliyor? Aslında toplum içerisindeki kuralları ihlal etmek peşinden bir sürü olumsuzlukları getiriyor. Bana göre anlayışsızlığı, mutsuzluğu, kabalığı, saygısızlığı, sabırsızlığı ve daha nice kötü duygu ve düşünceleri beraberinde doğuruyor.
Daha duyarlı ve bilinçli olabilmek dileğiyle...

29 Nisan 2019 Pazartesi

KISSADAN HİSSE








Halife Harun er-Reşid’e, o zamanın Fransa kralı bir gül fidanı hediye etmişti. Harun Reşid, o gül fidanına çok itibar göstererek bahçıvana verdi ve:
– Buna iyi bak. Bahçeye dik. Yetiştiği zaman da ilk çiçeğinden bana getir, dedi.
Bahçıvan gülü bahçeye dikti. Gül çok güzel olmuştu. Aradan zaman geçti, çok güzel bir gül açtı. Bahçıvan gülü koparmak için o tarafa doğru giderken, gülün dalına konmuş bir bülbülün yanık yanık öttüğünü görüp onu seyre daldı.
– Nasıl olsa uçar gider. Ben de ondan sonra koparırım, diyordu. Fakat yazık ki, bülbül bir hayli öttükten sonra gülü darmadağın etti. Bahçıvan çok üzülmüştü. Ne diyecekti şimdi padişaha… Doğru padişahın huzuruna çıkıp meseleyi anlattı ve üzüntüsünü bildirdi. Halife üzülmemesini söyledikten sonra:
– Bu dünyaya etme bulma dünyası derler. Bu dünya bülbüle de kalmaz, canın sağ olsun, dedi ve bahçıvanı affetti. 
Aradan zaman geçti. Bahçıvan bir gün o bülbülü bir yılanın yutmakta olduğunu görüp doğru halifenin huzuruna çıkıp vaziyeti anlattı.
– Efendim, keramet gösterdiniz. Hakikaten dünya bülbüle kalmadı, dedi.
Padişah yine aynı sözleri tekrarlayarak:
– Bu dünya yılana da kalmaz. O da bir gün belasını bulur, dedi.
Bir gün o yılan bahçe sulamakta olan bahçıvanın ayaklarına doğru hücum etti. Bahçıvan yılandan daha çabuk davranıp elindeki kürekle yılanı ortadan ikiye böldü ve öldürdükten sonra halifenin huzuruna çıkıp meseleyi anlattı. Halife yine aynı şekilde :
– Bu dünya sana da kalmaz. Sen de bulursun bir gün belanı, dedi.
Olacak ya, bir suçundan dolayı padişah bahçıvana kızıp idamına karar verdi. Cellatları çağırdı, bahçıvanı ellerine vererek kellesini kesmelerini söyledi. Cellatlar adamı alıp götürdüler. Fakat hüküm infaz edilmeden önce bir isteği olup olmadığını sordular. Bahçıvan :
– Var bir isteğim ama, onu ancak padişaha söylerim, başkasına söylemem hiçbir mana ifade etmez, deyip padişaha götürmelerini istedi.
Bahçıvanın bu isteği cellatların çok tuhafına gitmişti. Durumu halifeye haber verdiler. O da görüşmeyi kabul edip ne diyeceğini sordu.
Bahçıvan:
– Sultanım, mesele malumunuzdur. Bu dünya bülbüle, yılana ve bana kalmadığı gibi sana da kalmayacak. Sen beni en ufak bir sebepten cellatlara teslim ettin. Bu yalancı dünyanın sana kalacağını mı sanıyorsun. Bu dünyaya etme bulma dünyasıdır, derler diyen sendin, dedi ve söyleyeceğinin bundan ibaret olduğunu bildirdi.
Bu hatırlatma halifeye çok tesir etmişti. Bu adamı öldürüp de elime ne geçecek? diyerek adamı affetti. Adam da bu şekilde ölümden bir müddet için kurtulmuş oldu.

19 Ocak 2019 Cumartesi

ÇÖPÜNÜ ÇÖPE AT!




Son zamanlarda çok sık karşıma çıkar oldu. Yerlere çöp atan insanlar. Hiç utanmadan sıkılmadan toplum içerisinde bunu rahatlıkla hatta gönül rahatlığı ile yapanlar. 
Daha bilinçli bir toplum olmak ümidiyle yaşarken sanki hayal kırıklığına uğratıyor böylesi üzücü durumlar, görüntüler. 

Geçenlerde durakta bekletken üç liseli kız neşe içerisinde, gençliğin verdiği o canlılıkla kahkahalarla durakta otobüs beklemeye başladılar. İçlerinden birisi yere istemsizce demiyorum bilinçli ve farkında olarak çöpünü attı. Dönüp bir attığı çöpe bir de o kıza baktım. Sonra tekrar çöpe baktım. Ben küçük bir hatırlatma yaparak çöpü almasını isteyecektim.

Ancak duruma kızın yanındaki arkadaşından ve diğerinden büyük bir tepki geldi. Bu tepki istemsizce duraktaki herkesin bakışlarını çöpü yere atan kızın üzerine çekti. Kız da mecbur kaldı ve çöpünü 15 adımlık mesefade bulunan çöp konteynırına attı. 
Böyle durumlarla karşılaştığımızda farkındalık hissini insanlarda uyandırmak adına güzel bir yaklaşımla uyaralım insanları. Çünkü çevremize atılan her bir çöp tüm canlılığı etkiliyor.

Çöpünü çöpe at geleceğe atma.

8 Ocak 2019 Salı

DEDİKODU KAZANI






Bugün birazcık doldum ve de taştım sevgili okur.
İş yerim iş yeri değil dedikodu kazanı diyebiliriz. O kadar boş insan var ki... Gayesi ve hedefleri olmayan ancak sadece laf kalabalığı ve dedikodudan başka kendine bir iş edinemeyen bir garip insan topluluğu. 

Bizim iş yerinde kadın çalışan sayısı çok fazla. Böyle olduğundan mı yoksa birkaç elebaşından kaynaklı mı bilmiyorum ama bugün birkaç insan tarafından hakkımda söylenen yani arkamdan konuşulan şeyler kulağıma geldi. Bu kimin hoşuna gider ki? 

Ben dersimi yapar, öğrencimi annesine teslim eder, veli görüşmem olursa görüşür ve ardından sınıfıma çıkarım. Öğretmenler odasında zorunlu kalmadıkça (bir evrak işi vs.olmadıkça) oturmam. Çünkü hemen hemen herkes boş lakırtı dışında bir cümle söylemiyor. Ne bir akademik konuşma, ne bir sanat,kültür ile ilgili sohbetler ne bir eğitim ne de bir kişisel gelişim ile ilgili konular konuşuluyor. Nerede basit, ucube konular , hoş olmayan espriler var onlar gün içerisinde insanın önüne farklı şekillere sokulup sunuluyor.

Benim öğretmenler odasında vakit geçirmememden de rahatsız olan birkaç tuhaf insan buna söylenmiş. Açıkçası sınıfımda mutlu ve fazlasıyla huzurluyum. Boş zamanlarımda kitap okumayı tercih etmemden rahatsız olmuşlar herhalde. 

O kadar komik bir hal ki. Şu an tebessüm ederek yazıyorum bu cümlelerimi. İnsanlar işlerini hakkıyla ve vicdani boyut olarak tatmin edici bir şekilde yerine getirmedikleri için dedikodu yapmaktan başka bir uğraş bulamıyorlar kendine. Ve bir de ''öğretmen'' kimliği arkasına saklanarak cirit atıyorlar toplumda. 

22 Ekim 2018 Pazartesi

YANLIŞ NUMARA






Bir numara çevirdim. Aradım. Yanlış çevirmişim numarayı. Bin pişman oldum. Ve bugün az önce sinirlerim tepeme çıktı. 
Bu olayın gerçekleştiği ilk gün cuma günü. Velilerden birini aramak istemiştim. Ancak numarayı yanlış çevirmişim. Bunu karşı taraf telefona cevap verince anladım. Açan genç bir kızın sesiydi. Ben alo dememle kız ''Anne nerdesin??'' cümlesini kurdu. Şaşırdım. Daha sonra yanlış aradığımı kibar bir şekilde belirterek telefonu tam kapatacaktım ki kız bana ''Numaramı nerden buldunuz? Siz kimsiniz?'' dedi. Yine şaşırdım. Altı üstü yanlış çevirdiğim bir numaraydı ve bunu belirtmiştim de. Bu ardı arkası kesilmeyen sorular da neyin nesiydi? 

Derse girmem gerekiyordu. Ve tekrar yanlışlıkla aradığımı belirterek, iyi günler dileyip kapadım. Sonra son dersimde bu genç kızımız mesaj atmış bana. Whatsapp'tan üstelik. 

''Siz kimsiniz? , Numaramı nerden buldunuz?'' diye. Eve geldiğimde okudum bu mesajları ve kibarlık yaparak aradım tekrar. Başka birini arayacağımı ve sizi yanlışlıkla aradığımı belirten cümleler kurdum. Bu şekilde kapandı konu. 

Az önce üç tane mesaj aldım bu kızdan. Yine whatsapp'tan. Profil resmi de baya atarlı kızımızın. ''Lan'' ilk mesajı. Ardından bir dakika geçmiş ve kız fark etmiş ki mesajı yanlış kişiye atmış. O şanslı kişi de ben oluyorum sanırım. Beni engellemiş de başka engellediği numaralar da varmış da başkasına atarken benim numaram ile karıştırmış da... Yani artık sabrım taştı ve aradım bu kızı. Bir ukala konuşmalar, sen dili ile hitap etmeler. 

Polise şikayet edeceğimi belirtmekle birlikte boş işlerle uğraşmamasını söyledim. Ve açtım ağzımı yumdum gözümü. Böyle hadsizlik olamaz. Şimdiki gençlerde ergen mi desek bilmiyorum. Cesaret hapı mı içmişler. Ya da kendilerine macera falan mı arıyorlar. Nasıl bir hayal dünyasıysa artık... Siz siz olun çevirdiğiniz numaraları iki kere kontrol edin. Hatta üç kere. Bunu ben de yapacağım artık. 

16 Ekim 2018 Salı

EGO SAVAŞLARI







Sürekli ben şöyleyim böyleyim deyip ortada gezinen ama iş icraata gelince de hiçbir şeyden ibaret olduğunu kanıtlayan insanları çözemiyorum. Neyin kafası bu, ya da nasıl bir zihniyet? 
Kimse yoğurdum ekşi demiyor. Ya da öz eleştiriyi yapamıyoruz milletçe. Bir aynayı kendilerine çevirip objektif olarak baksalar ve hatalarını anlasalar insanlar ki böylelikle başkalarına çamur atmaktan da zevk almazlar herhalde.. 

O kadar doluyum ki.. Özellikle mesleğimi yapmaya başladığımdan beri etrafımdaki meslektaşlarımdan(!) bazılarını gözlemledikçe anladım ki her insandan öğretmen olmuyor. Gerçekten olmuyor ya. Her şeyden evvel insanlara saygı gösterebilmeli bir insan. Ki bana göre eğer bir öğretmensen de iki kat daha fazla dikkat etmelisin konuşmana, tavrına... Çünkü sen bir öğretmensen toplumda örnek alınabilecek insanların da başında geliyorsundur. 

Salla başını al maaşını yapmakla nereye kadar sürdürürler orası bilinmez ancak bu işin bir de vicdan boyutu var. Çünkü sen geleceğe ışık tutacak, topluma yararlı olacak, sağlıklı düşünen, karar veren ve konuşan bir birey yetiştirmek için çabalıyorsundur. Üzerinde büyük bir sorumluluk vardır!


Diplomayı almakla ya da tecrübeni konuşarak olmuyor işte.. 
Vicdanının sesi olsa acaba o da süslü kelimeler söyler miydi?

28 Eylül 2018 Cuma

MİSYONER BİR GRUPLA KARŞILAŞMAK






Henüz çok taze olan bir olayı anlatmak istiyorum. Dün, kız kardeşim arkadaşıyla buluşmak için Ümraniye'de bulunan Can Park Alışveriş Merkezine gidiyor. Arkadaşını görüyor ve yanına yaklaştığında üç tane daha kızın, arkadaşıyla sohbet ettiğine şahit oluyor. Şaşırtan şey ise bu üç kızın yabancı olması.

Kız kardeşimin aklına gelen ilk düşünce: ''Yabancı arkadaşları da yanında mı getirdi acaba?'' oluyor. Daha sonra yanlarına yaklaşıyor ve kız kardeşimin arkadaşının bu üç kızla daha önce Üsküdar'da karşılaşmış olduğunu ve şimdi de bu Avm'de karşısına çıktıklarını öğreniyor. Evet, şansın böylesi!

Ardından bu üç yabancı kız, kız kardeşim ve kardeşimin arkadaşı bir kafede oturmaya karar veriyorlar. Hala düşünceler masum tabi. Oturuyorlar. Ardından bu üç yabancı kızın ikisinin Güney Koreli, diğerinin de Moğolistanlı olduğunu öğreniyorlar. Hepsi yaşamlarından bahsediyorlar. Türkiye'ye dil öğrenmeye gelmişler. 1 yıl kalacaklarmış ülkemizde. Taksim'de bir dil kursuna gidiyorlarmış. Ümraniye'de oturuyorlarmış. Türkiye'nin insanları çok iyiymiş, yardımsevermiş, güleryüzlüymüş falan derken kız kardeşim bunların bu kadar cana yakın davranıp sohbet etmelerinden şüphelenmiş. O kadar çok Koreli mektup arkadaşı edindikten sonra, Korelilerin çok da sıcakkanlı insanlar olmadıklarını öğrenmiş olduk nihayetinde.

Daha sonra içlerinden biri, önce üniversiteden sonra aileden daha sonra evlilikten ve en son ''hristiyanlıkta kadın erkek birbiri için yaratılmıştır'' cümlesine bağlıyor konuyu. Ve ''biz hristiyanız'' diyor. Kız kardeşim de ''Biz de müslümanız'' diyor. Ardından misyoner kızlardan biri ''Aslında benziyorlar'' cümlesini kuruyor. Kız kardeşim karşı atağa geçerek ''Farklılıklar var baya'' diyor. Tam o esnada kız kardeşim içtiği içeceği eline döküyor ve konu dağılıyor. Kalkmak için bir bahane söyleyip oradan ayrılıyorlar.


Belirtmeliyim ki ısrarla fotoğraf çekinmek istemişler. Sonra evlerine davet etmişler. Her birinin Türkçe bir adı varmış. Ve bunlar ülkemizin iç meselelerini de çok iyi biliyorlarmış. Hatta konuşmalar esnasında bazı sorunları da söylemişler. Kız kardeşim bunları bana anlattıktan sonra internette ufak bir araştırma yapınca bir sürü yazıya, haberlere ve videolara rastladık. Gerçekten inanılır gibi değil. Özellikle misyonerliği yaymak için kendine bunu meslek edinmiş binlercesi var ülkemizde. Güneydoğu'da misyonerliği yaymak isteyen Koreliler ile ilgili bir yayını görmüştüm. Ama bu kadar yakınımda yaşanacak böylesi bir olayı da hiç tahmin etmezdim. Özellikle orta okul ve liseye giden, Kore'yi seven çocukları ve gençleri bu konuda uyarmak istedim. 


30 Temmuz 2018 Pazartesi

BİR TAKIM SUİSTİMALLER





Hayatta karşımıza böyle insanlar hep çıkıyor bence. Nereye gidersen git, gittiğin her ortamda oluyor birer ikişer tane. İş ortamı da dahil buna. Asıl meseleyi anlatmadan evvel şunları da paylaşmak istiyorum seninle. 

Henüz taze bir öğretmen olsam da anladım ki özel eğitim alanında çalışmak her yönüyle bir öğretmenin sürekli  kendini geliştirmesi de demekmiş. Çünkü oradaki çocuklar özel. Bu özel çocuklara ve ebeveynlerine karşı da ayrı ayrı sorumluluk, özveri, sabır ve sebat gerektiriyor.

Her yerde belli başlı kurallar vardır. Mesela benim çalıştığım yerde derslerimizde telefonla uğraşmak yasak. Ve bunu ihlal eden birçok öğretmen var. Kameralarla derslerimiz izlenebiliyor. Buna rağmen sosyal medyada, bireysel dersi esnasında gezinenler var. Bu konu her toplantıda dile getiriliyor. Bugün de o toplantılardan biri yapıldı. Sorun şu ki; bu kişiler bireysel olarak uyarılar dahi alıyorlar bu konu hakkında. Bugün bu konu kesin bir sonuca bağlandı. Ama ne kadar etkili olur ya da ne kadar itibar ederler bilemiyorum. Çünkü derler ya hani, alışmış kudurmuştan beterdir diye.

Karşındaki sana çok iyi davranıyor. Eziyet etmiyor. Kötü bir söz işitmiyorsun. Arada uçurumlar varmış gibi hissetmiyorsun çalışırken. Ama o kişiler yaptıkları bu hoş olmayan davranışı bir değil iki de değil defalarca yineliyor. İşte buna hem yüzsüzlük hem de suistimal denir. Ne de olsa salla başını al maaşını sözünü kendilerine ilke edinmişler. Bence herkes öğretmen olmamalı. Gerçekten olmamalı.




26 Mayıs 2018 Cumartesi

NEDEN SOSYAL MEDYA HESABIN YOK?





İsimleri sosyal medya. Yani insanları sözde sosyal yapacağına inandığımız bir sürü platformdan oluşuyor. 

İş yerimden bazıları benim sosyal medya hesabımın olmayışına şaşkın kalıyorlar. Nasıl yani? Hiç mi kullanmıyorsun? Bir tane de mi hesabın yok? dedikleri de oluyor. Evet, Hiçbiri yok. Blogu saymıyorum tabii. Ben burayı sosyal medya gibi de görmüyorum. 

Sosyal medya hesaplarının insanları asosyal yaptığını düşünüyorum. Ve baktığımda oradaki insanların gün geçtikçe birbirlerine benzediklerini gözlemlemiştim. Önceden, sanırım iki yıl oluyor, instagramım vardı. Kendi kişisel hesabım. Onu da iyi ki kapatmışım diyorum hep. Kendi açımdan, bana hiçbir katkısı olmadı. İllaki  faydalı bir şekilde kullanıp bu mecralardan yararlanan insanlar da yok değildir. Ben sadece günümüzün gösteriş hastalığından ve özel hayatını apaçık yaşayan insanların görüntülerinden sıkılmıştım. 

Bana sosyal medya nedense iyi şeyler çağrıştırmıyor. Kişisel diye bir kavram yok sanki. Samimiyet yok. Özgünlük hiç yok. Yapmacık insanlar ve onların bir şeyleri ispatlama çabaları çokça mevcut.. Adeta bir tiyatro sahnesi gibi gözler önüne seriliyor hayatlar. Her şey apaçık bir şekilde. Hayatlarını hep Pollyanna gibi yaşayanları da unutmamak gerek.

Uzun lafın kısası, A kişisi bugün bunu giymiş, şuraya gitmiş, yanına onu da almış, eve bu araçla gitmiş, uymuş, uyanmış, ,insanlardan like beklemiş.. Bunları her gün paylaşmak yormuyor mu acaba onları? Ya da bu paylaşımlara seyirci kalıp kendi vaktini kolayca harcaman seni mutlu mu hissettiriyor? 
 

BİRPEMBESEVER