17 Kasım 2024 Pazar

Harry Potter ve Felsefe Taşı | J. K. Rowling

 


Harry Potter ve Felsefe Taşı, J. K. Rowling.

İngiliz yazar Joanne Kathleen Rowling, fantastik türdeki ilk Harry Potter serisini 1997 yılında kaleme alıyor. Yazar bu seriyi yayınlarken yayıncı tarafından gelen bir öneri üzerine tam adını açıkça kullanmıyor; hem kadın hem de erkek okurlara Harry Potter kitabı konusunun hitap edeceğini söylemesi üzerine adının baş harflerini kullanmasını ve cinsiyetini gizli tutmasını teklif ediyor. Bunun üzerine yazar bu fikri olumlu karşılıyor. Zamanla Harry Potter serisi ülkede büyük ses getiriyor ve hayranlık uyandırıyor. Böylelikle yazarın gizlenen cinsiyeti ortaya çıkıyor.

Harry Potter, bebekken anne babasını kaybetmiş; yaşamını teyzesinin evinde sürdüren bir çocuktur. Dudley isimli kuzeni ile pek geçinemeyen Harry, merdiven altında ona verilen bir boş odada kendi küçük dünyasında mutlu olmaya çabalar. 

Yeni yaş gününe yakın Harry için bir baykuş tarafından bir sürü mektup gelir. Herhangi bir başvuruda bulunmadığı hâlde Hogwarts Cadıcılık ve Büyücülük Okulu’na kabul aldığını ve eğitime çağırıldığı haberini alır. Burada Ron ve Hermoine adında arkadaşlar edinerek Hogwarts’ta sihirli maceralara adım atar.

Karanlık güçlere sahip Voldemort, Felsefe Taşı’nın peşindedir. Taş, özelliği gereği altın yapan ve insanın ölmemesini sağlayan bir taştır. Kitapta, Harry’nin okulda geçirdiği anlara ve arkadaşlarıyla yaşadıklarına tanık olurken diğer yandan da ailesinin ölümünün ardındaki gerçekle ve Felsefe Taşı’nın bulunmasıyla aralanan yeni bir macerayı okuyoruz.



“Dar patika ansızın büyük, siyah bir gölün kıyısına açılmıştı. Karşı yakadaki yüksek bir dağın tepesinde, yıldızlı göğün altında, ışıklı pencereleri, bir sürü kulesiyle dev bir şato vardı.” (sayfa 103)


“Düşler dünyasına dalıp gerçek dünyayı, yaşamayı unutmak doğru değildir, unutma bunu.” (sayfa 190)


“Orman birçok gizi saklar.” (sayfa 224)


“Mars bu gece pırıl pırıl dedi sadece.” (sayfa 224)


“İyiyle kötü diye bir şey yoktur, güç vardır sadece, bir de o gücü elde edemeyecek kadar zayıf olanlar…” (sayfa 256)


“Biliyor musun, pek de öyle harika bir şey değildi Taş. Dilediğin kadar para, dilediğin kadar yaşam! Birçok insanın hemen isteyeceği iki şey 

-asıl sorun, insanların kendileri için en kötü şeyleri isteme tutkuları.” (sayfa 262)


“Voldemort de, Harry. Her şeyin gerçek adını söyle. Bir şeyin adından korkarsan, kendisinden daha çok korkmaya başlarsın.” (sayfa 262)


“Hem güzel, hem korkunç bir şeydir gerçek, çok özen ister.” (sayfa 262)


11 Kasım 2024 Pazartesi

Prens

 


Prens, Türkiye 2023.

Dizi, Orta Çağ döneminde Bongomia adındaki bir ülkenin krallığında geçen olayların absürt komedi şeklinde işlenmesiyle izleyicinin karşısına çıkıyor. 

Prens; ailesi tarafından isim dahi verilmeyen, kimse tarafından pek umursanmayan ve sevilmeyen biridir. Onun olduğu her ortamda her zaman bir olay muhakkak yaşanmaktadır. Elbette bu olaylar eğlenceli, bol entrikalı şekilde işlenmektedir.

Yaşanan absürt olaylar, kimi bölümlerde Bongomia sınırlarını da aşarak başka ülkelere ve Krallıklar’a sıçrıyor. Yeni karakterler bölümlere eşlik ederken Prens, başına açtığı yeni olayları komik bir şekilde atlatmaya çalışırken ortaya her seferinde  seyirciyi güldüren bölümler çıkıyor.

Başrollerinde Giray Altınok ve Kerem Özdoğan yer alırken dizinin senaristliğini de birlikte üstleniyorlar.

İlk iki sezonu yayınlanan dizinin üçüncü sezonunu merakla bekliyoruz.

10 Kasım 2024 Pazar

Ağrı Dağı Efsanesi’nden Tokyo’ya

 


Cumartesi günü. 

Kasım ayına göre güneşli ve ısıtan bir hava var dışarıda. Gökyüzünde ışıl ışıl parlayan güneş sanki göz kırpıyor; yine gökyüzünün kıskandıran maviliği ve bulutların pamuk gibi görüntüsü insanı ilkbaharda gibi hissettiriyor.

Bu ay için tiyatro biletimizi geçtiğimiz aydan çoktan almış ve hazır bir hâlde bu günün gelmesini merakla bekliyorduk yakın bir arkadaşımla. Onun önerisi ile bu tiyatroya gitmeye karar vermiştik. Her ikimizin de daha önce izlemediği ve kitabını okumadığı bir oyun ile karşı karşıya kalacak olmanın heyecanı ve merakı içerisindeydik. 




Ağrı Dağı Efsanesi. 

Yaşar Kemal’in eserinden uyarlanan bir oyun. İlk oyun, bu yılın ekim ayında sahnelenmeye başlanmış. Her baharda Küp Gölü’nün etrafında toplanan çobanlar, kavallarını çalmasıyla tutturduğu melodilerle Ağrı Dağı’nın öfkesini seslendirirler. Yine bir bahar gününde bu geleneği yerine getiren çobanlar bir yandan kavallarını çalarken Ahmet adında dağda yaşayan bir gencin kapısına bembeyaz bir at geliverir. Dağda yaşayanların geleneğine göre de eğer bir at bir kapıda gelip durursa, gönderildiği hâlde geri gitmezse o at artık geri verilmez.

O bölgenin yönetiminden sorumlu olan Mahmut Han, yakın zamanda bir atını kaymetmiş ve kaybolan atını aramaktadır. Dağlılardan olan Ahmet’in yeni bir ata sahip olduğu tüm bölgede hatta bölge dışındaki diyarlarda bile duyulmaya başlar. Böylelikle Mahmut Han ve Ahmet’in yolları kesişir. Mahmut Han’ın güzeller güzeli güleryüzlü kızı Gülbahar ise gönlünü Ahmet’e kaptırınca Ağrı Dağı Efsanesi ortaya çıkıverir.


Oyun iki perdeden ve 165 dakikadan oluşuyor. Aynı zamanda canlı orkestra ve oyuncuların müzikal performansları, ışık, ses, dekorasyon ve kostüm geçişleri şimdiye kadar izlediğim oyunlar arasında en zirvede yerini almış durumda. Daha ötesi olur mu, şu anlık bilmiyorum. Konu çok başarılı bir şekilde uyarlanmış ve mükemmel bir şekilde oynanmış. Adeta tadı damağınızda kalan lezzetli bir yemek gibi oyun da izleyicinin hafızasında yer edinmeyi başarıyor.




Tiyatrodan sonra kız kardeşim de yemek yiyeceğimiz lokosyanda bize eşlik etti. Hep birlikte Japon yemekleri deneyeceğimiz yakın zamanda açılmış bir Japon restoranına doğru yola koyulduk. Dışarıda o öğlenki hava yoktu. Buz gibi soğuk mu soğuk bir hava karşıladı bizleri. Mekana varınca hoş bir selamlamayla karşılaştık. İçerisi epey kalabalıktı. Sushi dışında ilk kez Japon yemekleri deneyecektik. Tabii ki çok heyecanlıydık.


tavuklu soya ramen: özel sosu, tavuk suyu, tavuk, soğan, yeşil soğan yumurta, yosun.

futo maki (Japon Gimbap): yosun içerisinde yumurta, salatalık, takuwan (bir çeşit turp), havuç rulo yapılır kesilir ve servis edilir.

sui gyoza: buharda pişirilen Japon mantısı. İçerisinde tavuk, sebze var.


zouri: kimono (Japon geleneksel kıyafeti) altına giyilen terlikler.


Gimbap dışında gelen yemekleri pek sevemedim. Ramen hazır ramenmiş gibi bir hissiyat verdi. Sui Gyoza da beklentimin altında kaldı ne yazık ki. Belki ilk denememden dolayı böyle de hissetmiş olabilirim. Bunun dışında hem restoran sahibi hem çalışanları ilgili ve çok nazikti. 


Buradan çıkınca tatlı yiyebileceğimiz bir mekana geçelim dedik. Oraya vardığımızda gözleri yemyeşil tüyleri gri bir kedi karşıladı bizi. 


yeşil gözleri olan o kedi.


Geçtiğimiz günlerde doğum günümdü. Çok şükür sevdiklerimle birlikte hoş anılar biriktirebileceğim huzurlu bir doğum günü oldu benim için. Bugün de sevgili arkadaşım burada küçük bir sürpriz yaptı bana, çok mutlu oldum. Bir de en sevdiğim şeylerden oluşan bir hediye kutusu hazırlamış, çok duygulandım elbette.


frambuazlı ve çikolatalı pasta.



doğum günü hediyeleri. 


Akşamın ilerleyen saatlerine doğru tatlılarımızı yerken bir yandan da çaylarımızı yudumladık. Sonra yeşil gözlü tüyleri gri olan o kedi sohbetimize dahil olmak istemiş olacak ki kalabalık insanların arasından bizim masayı seçti ve yanımıza oturuverdi. 

İyi geceler sevgili okur.



3 Kasım 2024 Pazar

Badem | Won Pyung Sohn

 


Badem, Won Pyung Sohn.

Kitap kahramanımız Yun Jae, küçük yaşta babasını kaybetmiş; on yedinci yaş gününde babaannesi ve annesi ile doğum gününü kutlarken de trajik bir şekilde hayattaki tek yakınlarını da kaybeder. 

Yun Jae, küçüklüğünden beri aleksitimi hastalığına sahiptir. Aleksitimi: başkalarının duygularını anlamakta zorlanan, duygularını belli edemeyen ve yine duyguları günlük hayata uyumlu bir şekilde kullanamamak anlamına gelen bir rahatsızlıktır.

Amigdala, şekliyle bademe benzeyen ve insanların her iki kulağının arkasında bulunan; kişinin korku, kaygı, öfke gibi duyguları yöneten beyindeki bir bölge olarak bilinir. Yun Jae’nin annesi de oğluna bu bölgesinin gelişmesi için badem yemesini tavsiye ederdi. Ayrıca evlerinde duygu kartlarıyla çalışmalar da yaptırırdı. Ancak babaannesinin ve annesinin ölümüyle artık bir başına kalmıştır. 

Herkesi kaybetmiş olmanın verdiği duyguya yabancılık çeken genç karakterimizin yolu ona her zaman yardımcı olan komşusu Doktor Shim, karanlık bir geçmişe sahip olan Gon ve etrafına neşe saçan anlayışlı Dora ile kesişir. 

Annesinden geriye kalan kitapçı dükkanını işletmeye çalışan ve bir yandan da okulunu okuyan Yun Jae, hayatına giren yeni insanlarla kendi duygularını keşfetmeye başlayacaktır.


“-Nine, neden insanlar tuhaf olduğumu söylüyorlar?

-Belki de özel bir olduğundandır. Çünkü insanlar, başkalarından farklı olana tahammül edemezler.” (sayfa 18)


“Kitaplar, beni gidemeyeceğim yerlere bir çırpıda alıp götürdü. Hayatımda hiç karşılaşamayacağım insanların itiraflarını bana anlatıp hiç göremeyeceğim kişilerin yaşamlarını gösterdi.” (sayfa 47)


“Kitaplar farklıydı. Çünkü kitaplarda boş yer çoktur. Hem kelimeler arasında hem de satırlar arasında boşluklar vardır. Bunlar içerisine girip oturabilir, aralarında yürüyebilir ya da boşluklarına düşüncelerimi bile yazabilirim.” “sayfa 48)


“Hayatta kurtarılamayacak insan evladı yoktur. Sadece kurtarma çabasından vazgeçenler vardır.” -P. J. Nolan (sayfa 121)


“Her neyse basmakalıp bir ifade ama hayatta biriyle karşılaşman gerekiyorsa, vakti saati gelince onunla illaki karşılaşırsın.” 

(sayfa 124)


“Ninemin ifadesine göre sahaf dükkânı on binlerce ölü, diri yazarın ayrım gözetmeden kümeler hâlinde yan yana durduğu, nüfus yoğunluğu yüksek bir yerdi. Gelgelelim kitaplar sessizdi. Sayfaları açılmadan önce ölüyken, açılmaya başlandığı andan itibaren canlanarak içlerindeki hikâyeleri boşaltırlardı. Üstelik kulağıma tam da benim istediğim kadar fısıldaşır dururlardı.” (sayfa 127)


“Bilmediğin duyguları anlamak her zaman iyi olmaz. Çünkü duygular aldatıcıdır. Dünya, senin bildiğinden tamamen farklı görünecektir. Etrafını saran en küçük şeyleri tehlikeli bir silah gibi hissedebilirsin, sıradan bir yüz ifadesi ya da bir söz diken gibi canını da acıtabilir. Yol kenarlarındaki taşlara bir bak! Hiçbir şey hissedemezler ama sürekli zarar görürler. Üzerlerinde insanların tepinip durduklarını bile bilmezler.” (sayfa 154)


“Belki de bir dili anlamak, muhatabın yüz ifadesinin ve duygularının farkına varmak demekti.” (sayfa 183)


“İnsan, üzüntüsü büyüdükçe ve buna bir çare de bulamadıkça kötü düşüncelere dalar.” (sayfa 216)


“İnsanlar uzaktayken elden bir şey gelmez deyip trajediye gözlerini kaparlar ancak korktuklarını bahane ederek yanlarında olan olaylara da yaklaşmazlar. İnsanların geneli hissederler ama harekete geçmezler. Acıyı paylaştıklarını söylerler ama hızlıca unutuverirler. Benim anladığım kadarıyla bunların hiçbiri hakikat değildi. (sayfa 239/240)


“Yaraladığın insanlardan tüm içtenliğinle özür dile. Kanatlarını kopardığın kelebekten de bilmeyerek üzerine bastığın böceklerden de.” (sayfa 241)


“Bu hikâyenin nasıl devam edeceğini bilmiyorum. Tıpkı daha önce söylediğim gibi bir hikâyenin trajik mi yoksa mutlu sonla mı biteceğini ben veya başka biri söyleyemez. Belki de bu türden bir sınıflandırma yapmak dahi imkansızdır. Çünkü hayat, binbir tatla karışık akıp gider.” (sayfa 249)

 

BİRPEMBESEVER