1 Kasım 2024 Cuma

Sonbaharın son ayı kasım

 


Nihayet, en sevdiğim aylardan kasım ayına geldik. Bu ayda doğmuş olmanın verdiği hissiyat mı bilmiyorum ama kasım ayının yeri bambaşkadır bende. Son günler yoğun bir koşuşturma içerisinde gelip geçti. Kısa süreliğine bir yakınımızın düğün daveti için İzmir’e bile gidip geri geldik. 


İstanbul’da ise hayat kaldığı yerden devam ediyor. Bugün iş çıkışı vapurla Beşiktaş’a geçiyorum. Vapurun açık alanına geçip kendime oturmak için iyi bir yer buluyorum. Sonrasında denizin maviliğine eşlik eden martıları ve güzel İstanbul manzarasını seyre dalıyorum. Kısa bir süre sonra karaya varıyoruz ve ben önceden belirlemiş olduğum rotaya doğru adım adım ilerlemeye başlıyorum.

Biraz yokuş çıkıyorum. Yine de moral bozmak yok, günün sporunu yapmış olmanın verdiği motive ile rotama doğru ilerlemeye devam ediyorum. Yol üzerindeki kedilere selam vermeyi de unutmuyorum. Sahibiyle gezintiye çıkmış olan bir köpek yol üzerinde ayaklarıma dolanıyor ve sonrasında yüzümde gülücükler beliriveriyor.



fotoğraf kadrajıma birbirinden orijinal pozlar veren kedilerden yalnızca bir tanesi.

Yaklaşık yirmi dakikalık yürüyüşün sonunda varacağım yere geliyorum. Yıldız Sarayı’na ilk defa gidiyorum. Restorasyona alınmadan önce gezme fırsatım bir türlü olmamıştı. Yenilenmiş haliyle ziyaret etme şansını bugün elde ediyorum. Sarayın bahçesindeki ağaçların sonbaharla uyumlu renklere büründürülmüş olmaları çok hoşuma gidiyor. Sarayın içini gezmeye başlıyorum. Diğer yandan da etrafta yer alan bilgilendirici yazıları okuyorum. 



yıldız sarayı.



hamidiye çeşmesi.



limonluk kasrı.

Farklı bitkilerin bir arada yer aldığı kış bahçesi. İçeride limon ağaçları da vardı.
Bu mekanı özellikle çok sevdim. Burada yer alan bitkilerden bazıları.



begonvil.



medine gülü.


Yıldız Sarayı’nı ve bahçesini gezdikten sonra hemen aşağısında yer alan Yıldız Hamidiye Camii’sini ziyaret ediyorum.


caminin arka kısmı.


Camii’nin içini gezdikten sonra arka kısmına doğru ilerliyorum. Çimenler yemyeşil olsa da ağaç dallarından düşen rengarenk yapraklar sarmaya başlıyor her yanımı. İşte, tam o anda yavaş yavaş gün batmaya başlıyor şehirde. Çimenlere günün aydınlık olan son saatlerinden geriye kalan gün ışığı vuruyor. Bir süre burada dolaşırken buluyorum kendimi.


sonbaharda merhaba diyen bir papatya görüyorum çimenlerde.


Gün batmaya başlamışken yavaş yavaş eve dönüş yoluna geçiyorum. Vapura doğru yürürken çıktığım yokuşu inmek pek keyifli geliyor. Yol üzerindeki marketten avokado alıyorum. Merketten çıktığımda ağzında fare tutmuş bir kedi ile karşılaşıyorum. Etraftaki herkes gibi ben de gülümsemeye başlıyorum.


faresini yakalayıp yoluna devam eden kedi.


Yürüyüşün ardından vapura varıyorum. Güneş batmaya çoktan başlamış. Dönüş yolumda da tıpkı gidiş yolumdaki gibi açık alana geçiyorum ve iyi bir yere oturuyorum. Vapur hareket ediyor ve güneş çoktan batıyor.





21 Ekim 2024 Pazartesi

Them

 


Them, ABD 2021.

1950’li yıllarda siyahi bir aile, kırsal yerde yaşarken talihsiz bir şekilde bebeğinin kaybı üzerine Los Angeles’ta beyazların çoğunlukta yaşadığı bir mahalleye taşınmak zorunda kalır. 

O dönemlerde siyahilere yapılan toplumsal baskılar ve ayrımcılıklara değinilen dizide; ailenin yeni bir hayata uyum sağlamaya çalışması ile birlikte taşındıkları mahalledeki beyaz insanların meraklı bakışlarına ve ayrıştırıcı davranışlarına hemen ilk günden maruz kalmaya başlarlar.

Bu zorlu süreç bir diğer günü takip eder ve katlanarak devam eder. Taşındıkları bu yeni evde geçmişte peşlerini bırakmayan doğaüstü güçlerin baskısı ve tehditi de vardır. Aile üyeleri hem komşularına hem de görünmeyen varlıklara karşı hayatta kalma mücadelesi vermeye başlar.

Dram, korku türdeki dizi, 2 sezondan oluşmaktadır. Oldukça akıcı ve sürükleyici bir konusu var. İkinci sezonu ise bu yıl yayınlanmış.


19 Ekim 2024 Cumartesi

Sonbaharda Hamlet Tiyatrosu

 


Takvim yaprakları 19 Ekim 2024 Cumartesi gününü gösteriyor. Sonbahar kendini göstermeye başladı. Hava güneşli olsa da günler öncesinden kışlıklar dolapta yerini çoktan aldı. Yaşadığım şehirde bu yılın tiyatro sezonu sonbaharın gelişiyle başlamış oldu. Geçtiğimiz haftalarda sezonun ilk tiyatro açılışının biletleri satışa sunuldu. 

Hamlet, sezonda yer verilen oyunlardan yalnızca biri. Geçen sezonda birden fazla kez bu oyuna bilet alıp gidememiş olmanın burukluğunu içimde taşıyordum. Bu sezon yakın bir arkadaşım benim için de oyuna bilet alınca bugün kendimizi sonunda Hamlet oyununda buluverdik.



Güne erken başladım. Sonrasında hafta sonuna yakışacak şekilde uzun bir kahvaltı yaptım. Shakespeare’in Hamlet’ini okumuş ve çok beğenmiş olmanın verdiği o heyecanla birlikte oyunun nasıl olacağı konusunda büyük bir merak içerisindeydim. Hava güneşli. Gökyüzü ise masmavi. Bulutlar belirgin bir şekilde en tepede yerini almış vaziyetteler. Rüzgar biraz soğuk esiyor. Tiyatroyu izleyeceğimiz mekana varmadan önce arkadaşımla buluşuyoruz. Sonrasında tiyatro salonuna geçip oyunu beklemeye başlıyoruz. Perdeler açılıyor ve oyun başlıyor.


Hamlet, kral babasının ölümünün ardından ülkeye döner. Danimarka’nın çok fazla yozlaştığını; bu yozlaşmanın insanları bozmaya başladığını düşünen Hamlet için babası şüpheli bir ölümle cinayete kurban gitmiştir. Bu cinayeti ortaya çıkarmaya epey kararlı olan Prens, annesi Gertrude’un amcası ile olan ani evliliği üzerine babasının şüpheli ölümü ile ilgili ortaya attığı düşünceleri daha da alevlenir. İntikam duygusu ile yanıp tutuşan Hamlet’in babasının ölümünün ardında gizlenen sırları ortaya çıkartmasını izliyoruz.

Oyundaki müzik ve ışık geçişleri çok uyumlu ve dikkat çekici olsa da aynı şeyi kostümler için ne yazık ki söyleyemeyeceğim. Oyun, çağdaş bir okumaya uyarlanmış hâlde izleyiciye serginlemişti. Belki bu yüzden kostümler biraz sönük kalmış olabilir. Karakterler arasında diyaloglar kadar çokça monologlara da yer verilmişti. Işıkların çok loş olması ve arka koltuklarda oturmamızdan dolayı monologların yer verildiği kısımlar biraz anlaşılmaz bir hâl aldı. 



Tiyatro sonrasında akşam yemeği için bir mekana geçtik. Mekana doğru yürüdüğümüz esnada gün batımı çok güzeldi. Pembenin birçok tonu turuncu ile birbirine karışıp harmanlanmış haldeydi. Mekana vardığımızda burada tiyatro öncesinde yarım kalan sohbetimize devam ederken bir yandan da yemeklerimizi yedik. Sonrasında sıcak bir çay içip tatlı bir şeyler de yiyelim dedik. 

Ve günü bitirdik.




16 Ekim 2024 Çarşamba

Türkü Söylüyor Otlar | Doris Lessing



Türkü Söylüyor Otlar, Doris Lessing.

2007 yılında Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar, günümüzde Zimbabve olarak bilinen  Rodezya isimli Güney Afrika ülkesinde uzun yıllar yaşamıştır. Yazar, Türkü Söylüyor Otlar adlı eserinde Afrika’da yaşanan sömürgeciliğe, ırkçılığa, insanların ikiyüzlülüğüne, toplumsal ayrımcılığa ve sorunlara değiniyor.

Kitabın ilk sayfaları çiftlikte gerçekleşen bir ölümle başlıyor. Sonrasında ölümün sebepleri araştırılıyor derken Mary ile tanışıyoruz. Mary’nin çocukluğuyla devam ediyor roman. Mary, mutlu ve huzurlu aile ortamında büyümemiş bir kız çocuğu. Zimbabve’de yaşayan Mary, kendisi gibi beyazların gittiği okulda eğitimini tamamlar. Bu okulda kendi ırkından olmayan insanlara karşı edindiği önyargılar ile beyaz olmayan insanlarla ilgili olumsuz düşüncelere sahip bir birey olarak yetişir.

Evlenecek yaşa geldiğinde ise evliliğe karşı pek de olumlu düşünceleri olmaz çünkü kendi ailesi mutsuzluğun en önemli temsilcisi olarak örnek teşkil eder. Ancak hiç beklenmedik bir anda çiftçilik yapan Dick Turner adında bir adamın ona gösterdiği ilgi ve sevgi dikkatini çeker ve kendisini onunla evlenmiş olarak bulur. 

Mary gerçekleştirdiği bu evlilikle yeni bir hayatın kapısını aralar. Artık bir çiftlikte kırsal yaşam sürmekle birlikte daha çok duygu ve düşünceleri ile baş başa kalacağı zamanlar onu bekler. Çiftlik hayatının beklenmedik durumları Turner ailesine yoksulluk getirince Mary büyük bir boşluğa ve depresyona girmeye başlar. İçine düştüğü bu yalnızlıktan kurtulmak isteyen Mary, beyaz bir kadının yapmaması gereken bir şey yapar ve kendi ölümüne adım adım yaklaşır.


“Bir uygarlığın zayıflıkları hakkında en iyi yargıyı, başarısızlıklarına ve uyuşmazlıklarına bakarak verebiliriz.” 
-Adı Bilinmeyen Bir Yazar-


“Nemli ve boğucu bir sabah yaşanmaktaydı. Gökyüzü, renksiz bulutlarla örtülüydü. Ortalıkta pis bulaşık suyunu andıran bir renk hakimdi. Donuk toprağın üstündeki kirli su birikintileri, gükyüzünün parlaklığını emmiş gibiydi.” (sayfa 19)


“Eskilerin, "İnsanın ülkeyi tanıması gerek", derken söylemek istedikleri,"yerlilere ilişkin düşüncelerimize alışmanız gerek’tir. Aslında söyledikleri; ‘ya bize uyarsınız ya da çekip gidersiniz’dir.”(sayfa 22)


“Böylesine kötü olmak elbette kolay değildir. Ancak bir süre sonra yaptıklarını 'kötü' olarak da görmemeye başlardı hepsi.” (sayfa 22)


“Gerçeği, karşı konulmaz ve değiştirilemez bir biçimde söyleyivermeyi çok isterdi; ancak gerçek o kadar basit değildi. Hiçbir zaman olamazdı.” (sayfa 27)


“Gerçeğin tek bir yüzü vardır.” (sayfa 32)

“Sanki, bildiği bir oyunun sahnesinde onu, kendine uyan rolünden çıkarmışlar ve birden ona hiç bilmediği bir rolü vermişlerdi. Onu üzen, değişmiş olduğunun bilinci değil, kendine ait olmayan bir rolü oynuyor olmasıydı.” (sayfa 114,115)


“Ulusların krizleri gibi, insanların krizleri de, her şey olup bitene dek, tam anlamıyla anlaşılamaz.” (sayfa 152)


“Gerektiğinden ya da isteyerek, tek başına yaşayan ve komşularının yaşamını kendilerine dert etmeyen insanlar, diğerlerinin kendileri hakkında konuştuğunu duyduklarında, hep rahatsız, mutsuz olurlar. Uyuyan bir adamın gözünü açıp da, yatağının çevresinde onu gözetleyen bir kalabalıkla karşılaşmasını andırır bu.” (sayfa 193)



 

BİRPEMBESEVER