12 Eylül 2024 Perşembe

Myeongdong Sokakları, Namsan Kulesi ve Jeonggwanheon Köşkü | Seoul Şehrini Keşfe Çıkıyoruz -1-

 



Güney Kore’nin başkenti Seoul’den merhaba sevgili okur.

Buradaki ikinci günümüze biraz geç başladık. Uzun bir uçuş ve aramızdaki 6 saatlik zaman farkını da düşünürsek yolculuk bizim için biraz yorucu geçti diyebiliriz. Neyse ki yorgunluğumuzun bir kısmını güzel bir uykuyla geride bıraktık ve Seoul sokaklarını keşfetmeye hazırdık. 

Seoul’de geçirdiğim 12 günlük zamanın sonunda ulaşımın kolay ve rahat olduğunu söyleyebilirim. Zaten Seoul, İstanbul kadar kalabalık değil. Biz ilk günlerde metro kullandık ancak sonrasında çoğunlukla otobüs ya da taksi ile gideceğimiz yerlere ulaşımımızı sağladık. Neden metro kullanmadığımızdan biraz sonra bahsedeceğim. :) Elbette her gün 10.000 üzeri adım atmayı da ihmal etmedik. Çok yorucu olsa da günün sonunda gezip gördüğümüz yerlerin vermiş olduğu o tatlı his paha biçilemez bir mutluluk katıyordu.



Başkent Seoul’de metro ağı çok gelişmiş. Ancak metro içindeki transfer noktalarının yürüme mesafeleri biraz uzun sürebiliyor. Ayrıca metroların çoğunda bitmeyen merdivenler var. Asansörler de var fakat ben hiç denk gelmedim ya da görmedim. Yürüyen merdivenlerin olduğu metro girişlerini de nadiren gördüm. Güney Kore’yi en sıcak ayında ziyaret ettiğimiz için sıcak hava ve nem merdiven çıkmayı epey zorlaştırıyor. Metronun içine girene kadar da bu sıcak havaya maruz kalıyorsunuz. Metrodaki tren vagonlarına binince neyse ki serinleme şansınız olabiliyor. 

İlk günümüzde toplu taşımalarda kullanacağımız kartlarımızı satın almıştık. Bu kartları 7/24 marketlerde rahatlıkla bulabilirsiniz. Bu marketler de adım başı her yerdeler. İkinci günümüzde Myeongdong’a gitmek için metroya bindik. Bir yandan da navigasyonumuz açıktı. Metrolarda ya da otobüslerde sarı ya da pembe renkli koltuklar yaşlı ve hamile kadınlar için ayrılmıştır anlamına geliyordu. İnsanların bu koltukları boş bırakıp oturmuyor olmasını çok takdir etmiştim.

Metroda iken oturan bir teyze bizimle Korece konuşarak nereye gideceğimizi sordu. Çat pat anladığımız kadarıyla cevaplamaya çalıştık. Bize yardımcı olmaya çalışması çok tatlıydı. Hatırladıkça o an’ı tebessüm ediyorum. Metrodan indiğimizde başka bir teyze bize eşlik etti ve gitmek istediğimiz çıkışa kadar da götürdü. Yardımcı olmaya çalışmaları bizi elbette mutlu etti. 




Fotoğraf karesinin olduğu yerdeki metro çıkışından çıktığımızda koskocaman bir Daiso mağazası karşıladı bizi. Buraya gitmek hep hayalimdi. Hayalim, işte tam karşımda duruyordu. 12 kattan oluşan, içerisinde her türlü araç gereçlerin yer aldığı o devasa mağaza. Buraya uğramadan olmazdı. O gün sadece ilk 6 katını gezdik.



tteokbokki: pirinç unundan yapılıyor, içerisine kore salçası ve acı sos katılıyor.

japche: tavada kızartılmış cam erişte, içerisinde sebzeler yer alıyor, tatlı tuzlu bir tadı var.

Sonrasında akşam yemeği için Myeongdong sokaklarına geçtik. Burada Kore yemeklerinin yapıldığı Busanjib’de yemeğimizi yedik. Kore yemekleri Güney Kore’de daha da lezzetliydi.



Hemen hemen her restoran ya da kafede soğuk sular ücretsiz. Tıpkı yemekten önce servis edilen yan mezeler gibi. Genellikle restoranlarda oturduğunuzda ilk olarak masanıza su ve bardaklarınız servis ediliyor. 



Yemekten sonra kalabalıklaşan Myeongdong sokaklarında gezintiye çıktık. Her yerden bir kpop müziği duyuyoruz. Kpop, cilt bakım ve kozmetik, şirin aksesuarlar, kırtasiye ürünleri turistleri ülkeye çeken en önemli şeylerden birkaçı. Biz de müzik sesleri eşliğinde rengarenk ışıkların yansıdığı sokakları gezmeye devam ettik.


karikatür şeklindeki resminizin ressamlar tarafından çizildiği şirin bir dükkan.



polis merkezi

Yürürken bir polis merkezi dikkatimi çekiyor. 

Polis merkezlerinin dışı bile çok şirindi.


Myeongdong’daki işlek caddenin her iki tarafı akşam olduğunda sokak lezzetleri satıcıları tarafından kuşatılıyor. Farklı lezzetler deneme fırsatı sunsa da birçok koku, yağ ve yağlardan çıkan ısı havaya karışıyor; sıcak ve nemli havada bu durum biraz çekilmez olabiliyordu.


tatlı patates


bungeoppang: kırmızı fasulyeli balık keki. Balık tadı yok. Sadece yapılan hamur balık şeklinde.


Caddedeki satıcılardan tatlı patates ve kırmızı fasulyeli balık keki denedik. 

Her ikisi de lezzetliydi. 




Line Friends’e uğradık. Kırtasiye ürünlerinin ve peluş aksesuarların olduğu bir mağaza. Kpop idollerinin lisanslı ürünlerinin bulunduğu yerlerden biri.



İçeride kocaman şirin mi şirin peluş bir ayıcık vardı. 



metro istasyonunun alt kısmı.

Kore’de çoğu yer erkenden kapanıyor. Turistik yerlerdeki çoğu kafeler bile kapanış saati 22.00 ‘yi gösterse bile 21.30'da kapatmaya başlıyorlar. Alışveriş merkezleri 21.00'den önce kapanıyor. Fotoğraf karesinin olduğu yer Myeongdong metro istasyonunun iç kısımlarından biri. Alışveriş dükkanları epey fazla. Gündüz saatlerinde buralar biraz kalabalık oluyor.


namsan kulesi.

Sonraki günlerimizden birinde Namsan Kulesi’ne gitmeye karar verdik. Şehir merkezine göre daha tepede yer alan bu kule turistler tarafından ilgi gören yerlerden biri. Kore’nin ilk genel radyo dalgası kulesi olup Seoul’un televizyon ve radyo yayınını sağlıyormuş.



Buraya vardığımızda yağmur hafif çiseliyordu. Hava, şehir merkezine göre daha serindi. Otobüsten inip hafif yokuşlu yürüme yolunu adım adım çıkmaya başladık.



Yukarıya vardığımızda bizi rengarenk asma kilitler karşıladı. Buraya gelen binlerce insan, asma kilitlere belki bir dilek belki hatıra kalmasını istediği bir anını yazıp buralara asmıştı. 

Dönüş yolumuzda buraya geldiğimiz otobüs ile şehir merkezine doğru yola çıktık. İndiğimizde bir kafede dinlenelim dedik. İçeriye girdiğimizde çiseleyen yağmur biraz artmaya başladı. Doğru zamanda içeriye atmıştık kendimizi.



yağmura yakalanmadan önce uğradığımız kafe.


jeonggwanheon köşkü.

Yağmur dinince karşımıza çıkan bu tarihi yere uğramak istedik. 1900’lü yıllarda inşa edilen bu yer bir zamanlar Joseon hanedanının birkaç kraliyet ailesine ev sahipliği yapmış. Binanın ön ve yan kısmında ahşap sütunlar ve metal korkuluklar yer alıyordu. Korkuluklar ve sütunların üst kısmı şakayık, yarasa, çam ağacı ve geyik gibi geleneksel Kore tasarımlarıyla dekore edilmiş.


geleneksel hayvan figürleri.


ince detaylar.



köşkün iç kısmından bir kare.




Yemyeşil çimenler, şırıl şırıl akan su sesi, bembeyaz bulutlar ve sessiz sakin bu alan. Unutamadığım yerlerden biriydi burası. O an öyle güzeldi ki. Bazı fotoğrafların dili olsa da konuşsa bize anlatsa o ambiyansı diyorsunuz. İşte, bu fotoğraf karesi de tam olarak öyle bir andı. Burada oturma yerleri vardı. Gezintimizden sonra banklara oturup biraz soluklandık hem de hoş manzaranın tadını çıkarttık.



arka planda ağustos böceklerinin seslerinin olduğunu hayal edin çünkü öyleydi.



köşkün bahçesinden birkaç fotoğraf karesi.


İçeriyi gezerken gördüğümüz çöp atma alanı. Bunlar da geri dönüşüm olacak şekilde ayrılmıştı. Bir kez daha bu ülkede geri dönüşümün ne kadar önemli olduğunu fark ediyorum.

…devam edecek. :)

3 yorum:

  1. Dolu dolu, bilgilendirici ve en güzeli de heyecanını yansıtan bir yazı olmuş. Çok keyifle okudum. Tarihi yerlerinde masalsı bir hava var gerçekten. Ya da biraz izlediklerimin de etkisinde kaldım bilmiyorum. :)

    YanıtlaSil
  2. yaaa teşekkür ederiz yaaa çok hoştu hepsi :) yemekler lezzetler ve doğa en hoşuma gidenler :) balık keki ne ilginçmiş :)

    YanıtlaSil



  3. Merhaba,
    Bu yazı yorum değildir.
    Beyinlerin kasıtlı olarak kısırlaştırılması operasyonlarına karşı olarak, blogcuların nasıl tedbir alabilecekleri konusunda görüşleri tespit etmek için bu çalışmayı yapıyoruz. Düşüncelerinizi OKU blogunun ilgili sayfasındaki yorumlara yazarsanız memnun oluruz.
    https://sabahatti.blogspot.com/2024/09/blog-okuyucularn-cogaltmak.html
    Blog Okuyucularının Sayılarını Nasıl Artırabiliriz?
    Türkiye Cumhuriyetinde, Oktay Akbal’ın dediği gibi önce ekmekler bozuldu. Zaman içinde genetiği değiştirilmiş gıda maddeleri çoğaldı. Paketlenmiş gıdalara katkı maddeleri kondu. Bu operasyonlar sonuçlarını medyadan takip ediyoruz: Başta kanser olmak üzere hastalıklar arttı. Daha vahimi cinsiyet konusunda oldu. Kısırlaşmalar görüldü. Ne yazık ki bütün bunları her şey olup bittikten sonra görebiliyoruz ancak.
    Ekmeklerden sonra okuma düzeni bozuldu. Kitap, dergi ve gazete okunma sayıları gittikçe düştü. Tabii blog okumaları da. Birçok sosyal medyada yazma sınırı getirildi. 200 karaktere kadar inen sınırlamalar var...
    Bazılar diyor ki (Çok kişinin kanaati aynı olduğu için isim vermeyi gereksiz görüyoruz.) 10 seneye varmaz kitap mitap kalmaz.
    Bu ne demek? Beynin kısırlaşması demek. Biz zaten düşünmenin ne olduğunu bile bilmeyen bir toplumuz, bir de bu bakımdan kısırlaşırsak vay halimize.
    Kısaca bir okuma yazma seferberliği açmak gerek. Videolar elbette ki güzel. Sosyal medyada binlerce kişiye mesaj atmak da güzel. Ama bir yandan da bilgilerimizi paylaşma görevimiz olduğunu unutmamak gerekir. İşte mesele bu...
    Bloglarda okuyucu sayılarını artırmak için sizce ne yapmalı? Cevaplarımızı OKU bloğunun ilgili sayfasına yazarsanız memnun oluruz. Hem tüm cevaplar bir arada değerlendirilebilir, hem de birbirimizi daha iyi anlar, daha iyi tanımış oluruz.
    İyi günler dileğiyle saygılar ve sevgiler...
    Sabahattin Gencal, Emekli Öğretmen,
    Çekmeköy-İstanbul, 13. 09. 2024.



    YanıtlaSil

 

BİRPEMBESEVER